Görüntüyü Kurcalama; Hakikate Odaklan
Görüntünün egemen olduğu
çağımızda, insanların görüntü üzerine yoğunlaşarak gerçekliği elde etmeye
çabalaması gibi tuhaflıklara daha çok rastlanmaktadır. Öyle ki gerçek ile
gerçek olmayan arasındaki bulanıklık daha da yoğun bir sis halinde
belirsizlikleri çoğaltmaktadır. Baudrillard bu bulanıklaşmaya hipergerçek
ismini vermektedir.
İnsanların artık etrafını tamamen görüntüler
sarmış durumda. Öyle ki, televizyonlar, bilgisayarlar ve cep telefonları kendi
işlevlerinin ötesinde “görüntü”lerle bir başka gerçeklik yaratmaktadırlar. İşin
ilginci, bu görüntülerin dikte ettiği gerçeklik algısı ve insana verdiği
hazlardan insan çıkmak istememektedir; tıpkı güzel bir rüyadan uyanmak
istememek gibi.
Neticede insan hayatında
düalist bir biçimde ikiye yarılmaktadır. İlki, görüntülerin dünyası ise diğeri
dış dünyanın gerçekliği. Bu ikisi arasındaki mesafe o kadar açılmaktadır ki,
birinden diğerine geçiş ve adaptasyon giderek zorlaşmaktadır. Bu minvalde
sorulması gereken soru; görüntülerin dünyasından realiteye yani gerçekliğe
insanların nasıl geçebildikleridir?
Görüntünün propaganda gücü o
kadar yüksek görünmektedir ki, insanlar görüntüler dünyasının içinde kalmak ve
burada uyuşmaya olumlu yaklaşmaktadırlar. Aslında bu uyuşmuşluk halinden
dirilmek o kadar kolay olmamaktadır. Çünkü kitleler durumlarının farkında
değildirler. Belki önce bu farkındalığı insanların kazanması gerekiyor.
İnsanlar ellerindeki makinalarla ve onların görüntüleri ile oynayarak
gerçekliği düzenleyebilecekleri gibi bir yanılsama içerisine girmektedirler.
Gerçekliğin dünyası
yükümlülükler, şartlar, çabaların dünyası olarak insanlara daha fazla acı
vermektedir. Bu acılardan kaçınarak görüntülere sığınmak bir kaçış imkanı gibi
durmaktadır ve kitleler görüntülerin bolluğunda bu sığınışlarla geçici hazlar
yaşamak istemektedirler. Bu sebeple görüntüler gerçekliği örtmek gibi bir
işleve de sahiptirler.
Gerçek ile gerçek olmayan
arasının bulanıklaşması ve bulanık zeminin genişlemesi dünya ölçeğindeki
egemenler ile onların stratejilerine daha çok dikkat edilmesini zorunlu
kılmaktadır. Çünkü bir yerde belirsizlik ve bulanıklık artmışsa, ilkeler
keyfileşmişse orada açık ve örtük egemenlikleri aramak gerekir. Onlar ilke
tanımazlıklarıyla kitleleri uyuşturarak yol almaya çalışmaktadırlar.
Aslında bu durum insanlık
tarihinde pek değişmiş değildir. Firavun kendi iktidarını sürdürmek için sihirbazlara
ihtiyaç duymaktadır. Bugünden bakılınca, sihir sanki böyle bir yönetimsellik
için çok hafif bir eğlence aracı gibi durmaktadır. Fakat sihri o günün bir
bilimi gibi düşünmek gerekir. Nitekim yakın zamanlara kadar sosyolojik
yazınlarda sihrin bilim ve dinle ilişkileri ve farklılıkları tartışılmıştır.
Sihirbazların buradaki
işlevleri ortaya çıkardıkları görüntü bolluğunda Firavun’un yönetimselliği
karşısında kitleleri uyuşturmak ve gerçekliğin farkındalığını engellemek idi.
Firavun bu sayede kitleleri sefilleştirebilmişti. Onlar ise sefilliklerinin
farkına ancak Hz. Musa’nın asası ile (gerçeklik diye okuyalım) varabilmişlerdi.
Esasen dinlerin ve peygamberlerin fonksiyonları, insanları hakikate
uyandırmaktır.
Dolayısıyla bugünün en
önemli peygamberi misyonu yeniden hakikate dikkat çekmek ve farkındalık
yaratmaktır. Görüntü bolluğu içinde kaybedilmeye çalışılan hakikat üzerinde bu
perspektif ısrarla durmaktır. Bunun çok kolay bir iş olmadığını hemen belirtmek
gerekir. Zira görüntüleri kurcalayarak hatta onları yeniden monte ederek
yeniden gerçeklik yaratmaya çalışan kitlelerdir.
İslam bu farkındalığın
oluşturabileceği ve mevcut dünyanın hakikat tahribatına direnç gösterebilecek
potansiyel imkanlara sahiptir. Fakat bugün islami söylemler de bu görüntülerin
içinde kaybolduğundan henüz icra etmesi gereken fonksiyonlardan uzaktırlar.
Görüntüyü kurcalama;
Hakikate odaklan.