Günümüzde dine ve özelde İslam’a yönelik tartışmaların içinde barındırdığı pozitiflik ya da negatiflik farklı sebeplere dayanmaktadır. İlkin belirtilmesi gereken; özellikle İslam’a yönelik negatif yüklemelerin tamamen İslam’ın paradigmasıyla ilintili olmamasıdır. Bundan dolayı İslam’ın sosyolojik deneyimlemeleri bu konuda daha etkin bir sebeptir denilebilir.
Daha önce bir yazımda “ben Tanrı ile ilgili bir sorun dile getirildiğinde hemen insana bakıyorum” şeklindeki ifade ile bu sosyolojik deneyimlere atıfta bulunmakta idim. Bu bağlamda İslam ile ilgili negatif yüklemelerin bir yönüyle müslümanların gündelik hayattaki kötü temsillerine dayandığını söyleyebiliriz. Adalet, ümit ve gelecek vadinin müminlerin üzerlerinde tezahür etmediği bir din, insanlar nezdinde uzun vadede ümitsizliğin ismi olmaya namzet olmaktadır.
Müslümanlar içinde yaşadıkları zamanda modernitenin karakteristiği doğrultusunda totaliter bir yaklaşımla karşılaşmıştır. Modernite dinin hakikatine dair adresi kendisine doğru yöneltmiştir ki, Tanrı’nın yerine ikame olan insanın bu minvalde mutlaklaştırılması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Modernitenin bir hakikat olarak mutlaklık iddiası, kendi çizgisinde yer almayanları zecri yöntemlerle baskı altına almasıyla sonuçlanmıştır. Doğrusu 20. Yüzyılda insanlığın yaşadığı ıstıraplara dikkatli bakış bu örnekleri mebzul miktarda karşımıza çıkarmaktadır.
Bu süreçte farklı coğrafyalarda müslümanların mazlumluğu, aynı zamanda İslam’a dair pozitif duyguları da beslemiştir. Elbette dine yönelik pozitif duyguların oluşumunu mazlumluğa bağlıyor değiliz. Fakat en azından müslümanlar bu tür zulümlerin bir öznesi olmadığından nötr durumda idiler. Hatta hukuki, sosyal, siyasal, ekonomik bakımdan hissettiği negatiflikler Müslümanlara psikolojik bir üstünlük sağlamakta idi. Psikolojik üstünlüğü sağlayan bir diğer öge de, bilhassa Kur’an-ı Kerim’in kuvvetli retorikleri üzerinden geleceğe doğru beslenen ümitti.
Müslümanların bilhassa modern dünyada önemli sorunsallarından birisini islamilik oluşturmuştur. Koşullarını belirlemedikleri bir dünyanın içinde nasıl müslüman olarak yaşayacakları ve kalacakları sorusu etrafındaki tartışmalar ve gündelik hayat pratikleri islamiliğin de farklı yüzlerini oluşturmuştur. Dolayısıyla islamiliğin de kendi içerisindeki çeşitliliğini hatırlatmak gerekiyor.
İslamilik kimi zaman yüzeysel bir benzerlikle sağlanmaya çalışılmış, kimi zaman daha radikal bir değişime atıfta bulunmuştur. Ancak her halükarda bastığı topraklara yabancılık duygusuyla hayatiyetini sürdürmeye çalışmıştır. Dolayısıyla islamilik neredeyse iki yabanıl nitelikle tebellür eder olmuştur. Birincisi, Platon’un ideler âlemi gibi tamamen idealleştirilmiş bir islamilik, yeryüzündeki deneyimlerin hiçbir tonunu olumlu görmemiştir. İkincisi, kendisini bastığı tüm toprakların üzerinde diasporik bir zihniyetle algılamıştır. Belki de bu sebepten olsa gerek, islamcılığın en başarılı hali muhalif hali olmuştur.
Biz burada “islamilik” ile İslamcılık” arasında geçişlilikler olduğu alt varsayımıyla meseleye yaklaşıyoruz. İslamilik, İslamcılığı da içine alan tüm müslüman(lık) iddialarını kapsamaktadır.
İslamilik içinde yaşadığımız dünyada hala bazı sorunlar yaşamaktadır. Birincisi, geçmiş dönemde yaşadığı totaliter deneyimler karşısında islamiliği özgürlüğü içeren bir enstrüman olarak sunamamıştır. Hatta daha da ileride bu özgürlükten endişe eder gibi davranmaktadır. İkincisi, modern dünyanın sorunlarını nasıl aşacağına dair bir sarahate sahip değildir. Bir başka deyişle, modernite ile nasıl bir ilişki kuracağına dair yol haritası çıkarabilmiş değildir. Üçüncüsü, verdiği negatif temsiller sebebiyle olumlu imajlar biriktirilmesine engel olmaktadır.
Dolayısıyla bundan sonra İslam’a yönelik soru(n)lara verilecek her bir cevabın bir sivillik ve tartışma ortamında hayatiyet bulması, İslam için de müslümanlar için de olumlu referans olacaktır.