Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve göreve geldiği andan itibaren yaptığı açıklamalar dünya düzeninin geleceğine dair manzarayı daha da netleştirmiş görünmektedir. Bu açıklamalar hem Amerika gibi dünya liderliğinin hem de Trump’ın özgül ağırlığını aşan bir mahiyet taşımaktadır.
Öncelikle Trump tam da böyle bir konjonktürde ülke içi ve dışı ittifakların uzlaşısıyla “Biden” parantezinden sonra başkanlığa gelmiştir. Hatırlayacak olursak, diplomatik dil ve Amerika gibi lider bir gücün ağırlığıyla mütenasip olmayan davranış ve pozlarıyla kestirmeden meselelere müdahale eden bir profil olarak sabitlenmiştir. Amerika’nın her bakımdan güç kaybını Çin’e karşı agresif tavırlarıyla telafi etmeye çalışmıştır.
Daha da ötede artık günümüzün ideolojisiz ideolojisine ismini veren post-truth çağının tipik niteliklerinden birisi yalan ve aldatmacanın siyasi yükselmesidir. Tabii ki yalan ve aldatmaca insanlık tarihinde her dönemde bulunmaktadır. Fakat Keyes’e göre, post-truth kavramını besleyen ögelerden birisi de Trump’ın ifadesiyle “gerçeği bükmek”tir. Post-truth dönemimin ilginç özelliği, insanın etik kaygılardan kendilerini sıyırarak yalan söylemenin sıradanlaştırılmasıdır. Bunun sonucunda insan yalancı olduğunu düşünmeden gerçeği gizlemeye çalışmaktadır. (Bkz. Ralph Keyes, Hakikat Sonrası Çağ, s. 21 vd.)
Ülke içinde ve dışında Trump üzerinde ittifak eden güçler, onun gelecek dönemde kestirmeden müdahalelerle her bakımdan ön açacağını düşünüyor olsalar gerek. Çünkü işler Avrupa için de iyi gitmiyor. İşlerin iyi gitmemesi Batı’ya ait değerler olan laiklik, eşitlik, demokrasi ve insan hakları konularının, arkadan dolanarak bir engel olmaktan çıkarılmasını daha kolay bir yol olarak göstermektedir. Nitekim göçmenlerden başlayarak ekonomik sorunlara ve değişen konjonktüre daha kestirmeden müdahalelerle sorunların Avrupa’da halledilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bunun için de kendilerine hem yol açacak hem de bu yolda ittifak edecekleri bir lider daha pragmatik görünmektedir.
Nitekim bu bağlamda Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken Gazze konusundaki açıklamaları konuyu açımlamak için iyi bir örnek olay niteliğindedir. Birincisi, Trump ve müttefikleri dünyanın herhangi bir yerinde tasarruf yapacak kadar kendilerini yegane mülkiyet sahibi olarak görmektedirler. İkincisi, tam da post-truth çağıyla uyumlu olarak Trump Gazzelileri bu işlemle kurtardığı söylemi üzerinden hareket etmektedir. Böylece değerleri konfor alanına transfer ederek eritmeye çalışmaktadır. Üçüncüsü, diplomasi, demokrasi, insan hakları vb. bütün değerlerin arkasından dolanarak kısa yoldan Gazze’yi ve Filistin’i temellük etmek. Böyle bir operasyonel tavrı küresel bir dünyada düşün(e)memek gerekir. Çünkü ilerleme fikriyle giderek her şeyin daha iyi olacağına dair yine Batı’dan pompalanan inanç gereği bu tür operasyonelliklerin ancak kabile toplumları için antropoloji tarafından konuşulması gerekiyordu. Kaldı ki, kabilelelerde bile bu böyle işlemez.
Tüm bunlara bakarak dünyayı bundan sonra daha kötü günlerin beklediğini söylemek kehanet değildir. Özellikle insan hakları konusunda bireysel ve toplumsal düzeyde ihlallerin artması sözkonusu olabilir. Trump’tan cesaret alan diğer dünya ülke yönetimleri de bu değerlerin arkasından dolanarak toplumlar üzerinde işlem yapmayı deneyeceklerdir. Avrupa’da aşırı sağın yükselişi ve daha şimdiden yaptıkları açıklamalar, karamsar bir geleceğe işaret etmektedir. Ayrıca Ortadoğu denilen bölgede suların durulmayacağı ve operasyonel işlemlerin küresel güç odaklarınca sürdürüleceği zaten aşikardır.
Tüm bunlar karşısında müslümanların “İslam’da kandil var mıdır?” türünden tartışmaları bırakarak, tüm dünya insanına değen bir ufuk üretmeleri vücubiyetini devam ettirmektedir.