İslamcılığın perspektifinden İslam elbette merkezi bakış açısını oluşturmaktadır. Fakat İslamcılıkta bu islam algısının nasıl şekillenmiş olduğu üzerinde durmak önem arz etmektedir. Çünkü gelinen noktada İslamcılığın insan ve toplumla irtibat kurma noktalarında ciddi problemler ve eksiklikler kendisini göstermektedir.

İslamcılık modern zamanlarda “islam” ile irtibatın sağlanması ve İslam’ın külli bir dünya görüşü önerdiğinin deklare edilmesi açısından bir konuma sahiptir. Doğrusu yakın zamana gelinceye kadar modernliğin başarısızlık hanesine yazılmış her bir eksi puanın aynı zamanda İslamcılığa dair bir pozitif beklentiyi de beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.

Özellikle Suriye’de Esed’in gitmesinin ardından Şara’nın gelişi ve devletin yeniden kurulması çalışmaları sırasında Türkiye’deki islamcıların konuya dair söylemleri daha çok “fıkıh” kavramı üzerinden oluşmuş görünmektedir. Bu durum bize yeniden İslamcılık acaba İslam’ı nasıl algılamaktadır sorusu üzerine yöneltmiştir.

Bu söylemlerden bir kısmının anladığı İslam, “fıkhi kurallar”dan ibaret görünmektedir. Hatta bu kurallar manzumesinin islamiliğini garanti eden ögelerin yine islami semboller üzerinden şekillendiğini anlamaktayız. Özellikle son dönemde islamiliğin   dar bir alan içerisinde kendinden menkul meşruiyet üretme çabalarının, kapsayıcı sonuçlar doğurmadığı gibi, insanlık adına meşruiyet sorunu yaşamasına da sebep olduğunu görmekteyiz.

Tam da bu noktada İslam’ın insanlık tarihi içerisinde nasıl bir perspektif geliştirdiğini aynı zamanda bir teori olarak ortaya koyabiliriz. Öncelikle “İslam” diye isimlendirilen dinin ilk insan olan Hz. Adem’e kadar geri götürülmesinin Kur’ani bir bakış açısı olduğunu belirtmeliyiz. Allah (CC) tarihsel süreç içerisinde insanlık çıkmaza girdiği zaman peygamberler ve kutsal kitaplarıyla müdahale etmiştir. Elbette peygamberlerin bu mesajlarındaki en temel ilke “Tevhid” olarak belirmektedir.

Tevhid evrendeki hakikati bir deklerasyon olup, her şeyin kaynağının tek olduğunu vurgulamakta; bu bağlamda bir kişinin diğeri üzerindeki tahakkümüne itiraz etmekte, pagan kültürün ürettiği insanın kimlik ve kişiliğinin parçalanmasını önlemekte ve bir özgürlük manifestosu üretmektedir.

Allah’ın müdahalesi ve peygamberlerin bütün çabası kula kul olmaya itiraz etmek, paganizm üzerinden yerleşik hale gelmiş sömürüye itiraz ederek insan onurunu düşmüş olduğu yerden tekrar kurtarmaktır. Aslında “din” olarak görünür olan bütün ilkeler insana yöneliktir ve insan içindir. Bu durumda “islami olan nedir” ve “insani olan nedir” sorusunun bu minvalde cevaplandırılması gerekir.

Burada tarihsel süreç boyunca fıkhın gördüğü işlev aslında dini kurallar manzumesi üretmek gibi kendinden menkul bir işlev olmayıp insanın dünyada nasıl onurunu koruyacağı, sömürünün nasıl engelleneceğidir. Hasılı İnsanın Allah, insan ve tabiat ile nasıl sağlıklı bir ilişki kuracağına dair bir perspektif geliştirir.

Fıkıh kitaplarının başında özellikle usul kitaplarında “zaruriyat” başlığı altında beş temel esas belirlenmektedir. Bunlar; nefsi, nesli, aklı, dini ve malı muhafaza ilkeleridir. Buna ilaveten “Haciyat” ve “Tahsiniyat” adı altındaki maddelerle temel ilkeler genişletilir. İslam esasen bu beş temel ilkeyi gerçekleştirmeyi amaçlarlar.

Buna göre; hayat (yani yaşama) hakkı, insanın aile kurması ve çocuk sahibi olması, aklının ve mülkiyetin korunması ile inanç hürriyetinin muhafazası en temel ilkelerdir. Dolayısıyla islamilik nedir diye sorulduğunda, en kestirmeden verilmesi gereken cevap bu olacaktır. Bu da insanın en temel ihtiyaçları karşılanmadığı zaman islamiliğin de gerçekleşmeyeceğini bize anlatmaktadır. Özelde Suriye’nin de öncelikli ihtiyacı budur.