Dil, insanın yeryüzündeki en derin izidir. Her kelime, bir çınarın kökü gibi toprağa işler; ya bahçeler büyütür ya da çoraklığa davetiye çıkarır. İslam’ın öğrettiği edep, bu kökleri hakikatle sulamaktır. Söz, yalnızca dudaklardan dökülen ses değil; ruhun aynası, kalbin tercümanıdır. Bir ânın sıcaklığı, bir ömrün kaderini değiştirebilir. Çünkü kelimeler, dünyevi bir iletişim aracı değil, ahirete uzanan bir köprüdür.
Peygamberlerin mirası, kelimeleri iyiliğin hizmetine sunmaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.), “kardeşinin mahremiyetine dil uzatarak onun şerefini, haysiyetini incitemez. “Müslüman"ın, Müslüman"a malı, ırzı ve kanı haramdır. Kişiye Müslüman kardeşini hakir görmesi günah olarak yeter.” derken, hakikatin nasıl bir emanet olduğunu hatırlatır. Sahabeler, bu emaneti öyle taşıdılar ki… Hz. Ebû Bekir (r.a.), servetini infak ederken “Allah ve Resulü bana yeter” diyerek sadakati yüreğinden konuştu. Hz. Ömer (r.a.) ise adaletiyle sokakları titretti. Bir kadının “Ey Ömer, Allah’tan kork!” çığlığına kulak verdiğinde, kılıcını yere bırakıp kedisini sorguladı. Onlar, sözü bir ibret aynası yaptı; övgüde aşırılığı değil, ölçüyü öğretti.
Çağımız, sözün kıymetini unutturdu. Bir “enter” tuşu, binlerce kalbi kırmaya yetiyor. Gıybet, ekranların arkasına saklanan zehirli bir ok… Sosyal medyada saniyeler içinde yayılan bir yalan, bir ailenin itibarını yerle bir edebiliyor. Oysa İslam’ın bize hatırlattığı şey, dilin bir emanet olduğu. Bu emaneti korumak, yalnızca kötülükten kaçınmak değil; iyiliği aktif bir nefese dönüştürmek. Gıyabında dua etmek, işte bu edebin en saf hâli… Bir annenin “Allah’ım!” nidası, evladına uzanan rahmetin sesidir.
Denge, sözün ruhudur. Övgüde samimiyet, eleştiride merhamet… Birini överken, “Acaba bu sözüm, hakikate mi hizmet ediyor yoksa gururuma mı?” diye sormak… Birini uyarırken, “Kırmamak için nasıl sussam?” diye düşünmek… İslam, bize bu iç hesaplaşmayı öğretir. Çünkü dil, nefsin kılıcıdır; keskin tarafı hep kalbe dönüktür.
Dijital çağın soğuk ışıkları, insanı yalnızlaştırdı. Bir emoji, gözyaşını kurutamaz. Ama gerçek bir “nasılsın?”, kırılan bir kalbi sarabilir. Parmak uçlarımızın dokunduğu her tuş, bir mektup gibi saklanmalı yarınlara. Bugün söylediğimiz her iyilik, yarın ahirette karşımıza kökleri cennete uzanan bir çınar gibi çıkacak.
Unutmasak keşke:
Dil, insanın sırdaşıdır.
Ya cennet bahçelerine çiçek eker, ya cehennem ateşine odun.
İslam’ın “edeb” dediği şey, bu sırdaşı tertemiz tutmaktır…