Bir zamanlar, kelimelerin ırmağında yüzen insanlar vardı. Kütüphanelerin soluk ışığında, cümlelerin labirentlerinde kaybolan çocuklar… Ansiklopedilerin ağır ciltleri, evleri birer bilgi mabedine çevirirdi. Şimdiyse ekranların titrek maviliğinde, düşüncenin kumları savruluyor. Etrafınızdaki öğrencileri bir gözlemleyin: Bir hikayenin ipuçlarını toplayamıyor; sanki rüzgârda uçuşan yapraklar gibi dağılıyor kelimeler. OECD’nin verileri, yetişkinlerin zihninde yavaş yavaş çölleşen bir vaha olduğunu fısıldıyor: Okuryazarlık ve sayısal beceriler, küresel bir kum fırtınasıyla örtülüyor. Türk edebiyatının usta kalemi İskender Pala, tam da bu noktada şu sözü hatırlatıyor: Keşke kitaplar her eve girse ve okunsa; keşke her evin alt katı okul olsa, matbaa olsa.

COVID-19, eğitimin bedeninde derin çatlaklar açtı, ancak asıl yara dijital bir virüsten: 2012’den beri kök salan, zihnin toprağını verimsizleştiren bir parazit. Kaydırma hareketi, beynin bahçesinde açan çiçekleri koparıyor. Çalışma belleği, odaklanma, sözel yetenek… Hepsi, sosyal medyanın sonsuz kaydırma tarlalarında solup gidiyor. 1984’te gençlerin %35’i kitap okumayı bir serüven sayarken, bugün bu oran %14’e düşmüş. Üniversite sınıflarında, Dostoyevski’nin karanlık dehlizlerinde gezinen öğrencilerin yerini, bir paragrafın eşiğinde tökezleyenler almış. Felsefe derslerinde, yapay zekânın ürettiği ödevler, öğrencinin zihninde bir kıvılcım bile çakmadığını itiraf ediyor. Amerikalı düşünür Neil Postman, “Teknolojinin cam fanusunda, insanın entelektüel nefesi buğulanıyor,” diye uyarıyor.

Eskiden, öğrenme tutkusu bir meşale gibi kuşaktan kuşağa aktarılırdı. Evlerde ansiklopedilerin ciltleri, birer hazine sandığıydı; kitap kulüpleri, fikirlerin harmanlandığı birer değirmen… Şimdiyse ekranların ışıltılı pusu altında, zihinsel tembellik normalleşti. Okul koridorlarındaki sessizlik, devamsızlıkların gölgesinde daha da derinleşiyor. 2022-23’te her dört öğrenciden biri, kronik bir yok oluşun içinde. Johann Hari’nin “Çalınan Odak”ta değindiği gibi: “Dünya, yavaşça dokunulması gereken narin bir heykel; hızlı dokunuşlar onu parçalıyor.” Oysa biz, 280 karakterlik bıçak darbeleriyle hakikati kestiğimizi sanıyoruz.

Peki, eleştirel düşüncenin küllerinden ne doğar? İşte size çarpıcı bir örnek: Donald Trump’ın gümrük politikaları. Tarih, bu denli köksüz bir ağacın gölgesinde nadiren oturmuştur. Geri çekilmeler, çelişkiler, plansızlık… Tıpkı kör bir fırtınanın savurduğu tohumlar gibi, bu politikaların Ortadoğu’ya düşen taneleri, kırılgan ekonomilerin toprağını çatlatabilir. Ekonomistler, artan gümrük duvarlarının petrol fiyatlarında dalgalanmalara yol açabileceğini, ticaret rüzgârlarının yönünü değiştirebileceğini söylüyor. Peki bu politikalar neden bu kadar yüzeysel? Çünkü kitapsız bir zihin, karmaşık gerçekleri analiz edemez; tarihin derslerini göz ardı eder. Trump’ın yaklaşımı, bir bilmeceyi çözmek yerine, parçaları rastgele savurmak gibi: Kısa vadeli bir hamle, uzun vadeli bir kâbusa dönüşebilir.

Bu kriz, sınır tanımıyor. Türkiye’de de gençler, kitapların sayfalarından çekilip ekranların ağına düşmüş durumda. Eğitim Reformu Girişimi’nin raporları, matematikteki düşüşü “rakamların dilinin unutuluşu” olarak yorumluyor. Üniversitelerde, akademik metinler öğrenciler için birer bilmeceye dönüşmüş. Siyaset sahnesinde ise hemen hemen her parti, popülizm girdabında; karmaşık gerçekleri basit bir resimli el ilanlarına veya içeriklere indirgiyor: Renkli ama derinlikten yoksun. Burada da aynı sorunun izleri var: Eleştirel düşüncenin yokluğu, kitapla kurulan bağın kopuşu.

Homeros’un sözlü kültür ateşi, binlerce yılda yazılı medeniyetin ışığına dönüştü. Şimdiyse ekranların elektrik mavisi alevi, her şeyi hızla yakıp geçiyor. Ama hâlâ umut var: Bir kitabın sayfaları, hırçın dalgalar arasında bir sığınak olabilir. Zihni eğitmek, yalnızca bir disiplin değil; insanlığın kadim dansı. Devletler ve toplumlar, okul öncesi okuma kampanyalarıyla çocuklara fiziksel kitapları yeniden sevdirmeli. Aileler, evlerde “ekransız saatler” ilan etmeli; çocuklar, kelimelerle oynamayı öğrenmeli. Evlerdeki teknoloji güncellemesi, gereksiz özelliklerden arındırılarak daha temel bir düzeye çekilmeli. Örneğin, gün ışığı ihtiyacınız olduğunda mum kullanmayı, akşamları ise çay ya da kahve eşliğinde keyifli anlarınızda kitap okumayı deneyin. Siyasetçiler de, popülizmin kısa vadeli ışıltısı yerine, uzun vadeli stratejiler üretmeli. Akademi ise öğrencilere metinleri derinlemesine analiz etme becerisi kazandırmalı; Yapay zekanın ürettiği ödevler değil, özgün düşünceler ve göz teması ile iletişim değer görmeli.

Trump’ın Ortadoğu’da yarattığı kaos, okumayan bir toplumun ürünü. Çünkü kitaplar, bize yalnızca kelimeleri değil; empatiyi, tarihin tekerrür ettiğini, karmaşık sistemleri öğretir. Medeniyetin yıldızları sönmeden önce, kelimelerin pusulasını yeniden keşfetmeliyiz. Yoksa karanlıkta kaybolduğumuzu anladığımızda, çok geç olacak.