Sabahın ilk ışığı pencereden süzülürken telefonlarımız "haber"le çınlıyor. Peki ya ruhumuzun haberi var mı bu koşturmadan? Sokaklar algoritmaların çizdiği sanal hatlarla dolarken, insanın içindeki merhameti, sabrı, ümidi işaret eden kadim pusula sessizce paslanıyor. Nasreddin Hoca göle maya çalmıştı belki, ama biz dijital göletlerde boğuluyoruz. Oysa Yunus Emre’nin sözü kulaklarımızda bir nida: “İlim, kendin bilmektir.” Bizse kendimizi veri tabanlarına hapsederek “bilme”yi Google’a havale ettik.

Yaratıcılık, toprağa düşen bir tohumun karanlıkta filizlenme azmidir. Ne zaman yeşereceğini bilmez; sadece yaratılış gayesine inanır. Çocukken duvarları karalayan ellerimiz, şimdi kusursuz filtrelerle süslü ekranlara mahkûm. Oysa Mevlânâ’nın dediği gibi: “Kusur bulmak için bakma, bir şey bulacaksan özüne bak.” Bir kilim dokur gibi… Her düğümde sabır, her ilmekte dua. Albert Camus’nün “Yaratmak, iki kere yaşamaktır” sözünü unuttuk; tek bir hayatı bile sanal âleme taksim ettik.

Bir bakır atölyesi düşünün, çekiç sesleri, çarşının nabzıyla atan bir kalp gibi. O vazo eğri de olsa, içine su değil, emek dolar. Fabrikasyon mükemmeliyet ise ruhsuz bir tekrar. Mevlânâ’nın “Hamdım, piştim, yandım” sırlı yolculuğu, bugün “İndirdim, tıkladım, sildim”e dönüştü. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki Raif Efendi, Maria’ya duygularını yapay zekâya mı emanet etti? “Aşk, satırlara değil, satırların arasına gizlenir” derdi belki. Bizse aşkı bile dijital avatarlara sıkıştırdık.

Dijital hafıza, ninemin sandığındaki yazmalar gibi anı biriktirmez. O sandıkta her kırışık, bir vefanın iziydi. Şimdi fotoğraflar bulutta, hatıralar algoritmaların insafında. Bir annenin çocuğuna yaktığı ninni, Spotify listelerinde kayboluyor. Yahya Kemal’in “Kendi gök kubbemiz” dediği iç âlem, ekran ışığına yenik düşüyor. Cemal Süreya’nın “Hayat kısa, kuşlar uçuyor” mısrası, bir tweet’e sığar mı?

Peki ya direniş? Tıpkı Çanakkale’nin sularında yüzen bir çınar dalı gibi… Kök salmak, her şeye rağmen. Üretmek de öyle, dijital fırtınalara inat, insanın özüne tutunmak. Necip Fazıl’ın “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış…” sözü, bugün bir manifesto. Kafka’nın böceği, Dali’nin saatleri, Mehmet Âkif’in İstiklal Marşı’ndaki “iman” çığlığı… Hepsi bir şehadetti: Yaratmak, Yaradan’ın emanetine sadakattir.

Şimdi, bir çocuk saflığıyla kâğıda sarılma vakti… Kelimeleri yan yana getir; cümleler kırık dökük olsun. Resim yap ve bulutları yeşil, ağaçları mavi çiz. Sokaklarda kaybol; navigasyonu değil, rüzgârın fısıltısını dinle. Unutma sayın okur:Teknoloji, insanı değil, makineyi yüceltir. İnsan ise ancak üretebilecek bir ilim ile yücelir.

Yaradan’ın verdiği cevheri, sanatla işleyebilenlerden olabilmek ümidiyle…