İnsanlık, sisli bir labirentte yolunu ararken, parıltılı ekranların hipnotize edici ışıklarına kapılabiliyor. Önümüze serilen dijital karnavalı, lüksün vitrinlerinde sergilenen "mutluluk" illüzyonları, cüzdanların sessiz çığlıklarını boğarken, küresel ekonomik sistem de benzer bir illüzyonla ayakta duruyor: "ABD’ye güven" denen bir hayalet. Bu iki labirent biri bireyin tüketim çıkmazı, diğeri dünya ekonomisinin karşılıksız dolar balonları aslında aynı gerçeğe işaret ediyor: Gerçeklik, güvenin ve gösterişin ardında eriyor.
Sosyal medyada Maldivler’deki tatil fotoğraflarıyla elektrik faturasını ödeyemeyen insanın arasındaki uçurum, ABD’nin 3,27 trilyon dolarlık ithalat açığı ile Netflix ve Google üzerinden sattığı "veri hegemonyası" arasındaki tezatla örtüşüyor. Nasıl ki bir palyaçonun makyajı gözyaşlarını saklıyorsa, ABD’nin dijital platformlardaki küresel hakimiyeti de fiziksel üretimdeki çöküşünü örtbas ediyor. Trump’ın 'Hem pastam dursun hem karnım doysun' ekonomik paradoksu tam da burada devreye giriyor: Üretimi yeniden ülkeye çekmek isterken, karşılıksız basılan dolarların geri dönüşünü engellemeye çalışmak… Tıpkı sosyal medyada "anı yaşa" naralarıyla geleceği ipotek altına alan birey gibi, ABD de kısa vadeli çözümlerle uzun vadeli bir çöküş için zemin hazırlıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 4. Antalya Diplomasi Forumu’nda değindiği gibi, "Ekonomik direnç, diplomasiyle desteklenmeli." Türkiye’nin 100 milyar dolarlık ticaret hedefi ve savunmadaki %80 yerlilik oranı, küresel sistemin dayattığı labirentte kendi haritasını çizme mücadelesi. Ancak bu harita, sadece fiziksel üretimle değil, dijital çağın veri savaşlarına hazırlıkla da şekillenmeli. Zira Trump’ın törenine davet ettiği Silikon Vadisi CEO’ları, yeni dünyanın elitlerinin artık veriyi kontrol edenler olduğunu gösteriyor.
Tüketim çılgınlığında kaybolan birey, "en yeni telefon" veya "en pahalı tatil"le eksikliğini örtmeye çalışırken, ülkeler de fiziksel üretim ve dijital hegemonya arasında savruluyor. Türkiye, ABD ile ticaret hedeflerini büyütürken, aynı zamanda savunma sanayisinde yerlileşmeyi vurguluyor. Bu, bir anlamda "kendi toprağına tohum ekmek" stratejisi. Nasıl ki ruhun açlığı markalı etiketlerle doyurulamazsa, bir ülkenin ekonomik bağımsızlığı da sadece ithalat-ihracat dengesiyle sağlanamaz.
Ancak dikkat! Trump’ın agresif gümrük tarifeleri ve ABD borsalarındaki ara dalgalanmalar ve kontrollü çöküş, bu labirentteki tuzaklardan biri. Nasıl sosyal medyadaki "beğeni" kültürü yalnızlığı besliyorsa, karşılıksız dolarlara dayalı küresel sistem de gerçek üretimden kopuk bir balon. Ve balon patladığında, yıkım sadece borsayı değil, elektrik faturasını zor ödeyenleri de vuracak.
Labirentten çıkış, hem bireysel hem de ulusal düzeyde aynı ilkeyi gerektiriyor: Kendi gerçekliğinle yüzleşmek. Spartalı Şilon’un 2400 yıl önce Delphi Tapınağı önüne yazdığı "Kendini bil!" çağrısı, bugün "Verini kontrol et!" veya "Üretimini yerelleştir!" şeklinde yankılanıyor. Türkiye’nin savunma sanayisindeki yerlilik hamlesi, tıpkı bir Anadolu çınarının kök salması gibi, dışarıdaki fırtınalara direnmenin anahtarı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle, "Gümrük tarifelerinin yıkıcı olmaması için çaba," aslında diplomasinin bir nevi "sisli havada pusula kullanma" becerisi. Küresel ekonomi sisler içinde yol alırken, gerçek servetin nerede birikeceğini görmek için içe bakmak şart: Banka hesaplarında değil, üretimde, veride ve insanın yüreğinde.
Hiçbir sis, içimizdeki güneşi söndüremez. Tıpkı ABD’nin karşılıksız dolar illüzyonuna rağmen Türkiye’nin 100 milyar dolarlık ticaret hedefini dile getirmesi gibi… Unutmamamız gereken: En nadide çiçekler, en derin çatlaklarda açar. Yeter ki labirentte savrulmak yerine, köklerimizi sulamayı seçelim.
Çünkü gerçek yol ister bireyin ister bir ülkenin olsun cüzdandan değil, yüreğinden geçer. Ve o asil yolda ilerlerken, mutlaka o sis perdesi dağılacak…