Yıllardır aynı senaryo tekrar ediliyor. İsrail, Filistin'de ne zaman bir katliama kalkıştığında Türkiye'de de bir iç karışıklık çıkarırdı. Ya gizli silahlı örgütleriyle meydanlarda bombalar patlatırdı. Ya da sınır boylarında vatan nöbeti bekleyen askerlerimize pusu kurulurdu. Bu sefer de öyle oldu. İsrail, ABD ve İngiltere;  sahur vaktinde Gazze'ye 100 uçakla saldırırken çoluk çocuğun sofrasına yemek yerine kan ve gözyaşı döküldü. Biz bu mazlumlar için ağıt yakmaya hazırlanırken, birden meydanlarda "beyaz yakalı" Türkler, arsızlar, hırsızlar boy gösterdi. "Hırsızımıza, arsızımıza dokunmayın!" diyerek haykırmaya başladılar.  

Daha hikâyenin gelişme bölümündeyiz. İsrail’in taşeronluğunu üstlenen Beyaz Türklerle hesaplaşmamız devam edecek bu bölümde. (Son on yılda beyaz Kürtler de çıktı.)  Arşivler bir bir raflardan inecek. E-devletten soy ağacı sorgulaması bir tesadüf olmasa gerek. Şimdilik isteyen kendi soy bilgisine ulaşabiliyor. Ama yakın gelecekte bizler de kimin ne olduğunu öğreneceğiz. Bu devletin, bu milletin asıl-asil unsurları başımız üstüne. Mesele bir azınlık-uzunluk meselesi değil. Mesele, bizi birbirimize düşüren fasit(bozguncu) azınlığın öğrenme meseledir.

Gezi Parkı olaylarından Hendek kalkışmasına, 6-8 Ekim Kobani eylemlerine kadar birçok süreçte İsrail ve ABD’nin yönlendirmeleriyle Türkiye’de kargaşa yaratılmak istendi. Bu tarihlerde İsrail, Gazze’ye en acımasız saldırılarını düzenliyordu. ABD ise ekonomik baronları ve medya gücüyle Türkiye’ye baskı uyguluyordu. Sabır en büyük silahtı. Ve devran döndü. İsrail ve ABD, kendilerine ses çıkarabilecek ülkelere eskisi kadar diş göstermiyorlar. Sadece Filistin’de soykırım yapıyorlar. Bir günde ne kadar çok Müslüman öldürsek o kadar kardır hesabıyla katliam yapıyorlar. 

Bugün İsrail ve dolayısıyla ABD’nin başını çektiği güruh, Hakikati Önemsizleştirme Platformunu tamda bugünler, bu işler için kullanılmaya başlandı. Bir yandan günde yüzlerce-binlerce insanı öldüreceksin ve kimse buna ses çıkarmayacak. Olacak şey mi bu? Maalesef oluyor. Ses çıkarırsan ülkende karışıklıklar çıkarır. Dolarına, artistine, hırsızına, arsızına, Fetöcüsüne güvenir. Sana bir iftira atar, seni yaftalar. Kırk sabunla yıkansan temizlenemiyorsun. Sonra suya sabuna dokunmadan bir hayat yaşamak zorunda kalıyorsun.

Bu platformlar, Batı’nın propaganda araçları. Sanatçılar, aydınlar, medya kuruluşları buralardan fonlanıyor. Yeni değil, ama daha sistematik. Bugün "Kral Çıplak" metaforunun yerini alan bu sistem, hakikati sadece gizlemiyor, önemsizleştiriyor da. Hırsızı tespit eden savcı değil, savcı suçlanıyor. Ailesi hedef gösteriliyor. Hakikati Gizleme platformu sadece hakikati gizlemekle kalmıyor. Ortaya çıksa hakikat önemsizleştirme de çalışılıyor. Mesela savcı, hırsızın hırsızlığını tespit etse, çaldığı paraları bulsa hırsız suçlanmıyor. Savcı suçlanıyor. Savcının ailesi hedef gösteriliyor. Çocukları hangi okula gidiyor. Bu bilgiler kamuoyuyla paylaşılıyor.

Bu durum Batı Dünyasında Hakikat Sonrası anlamına gelen Post-truth, kavramıyla karşılanmaya çalışılıyor. Yalanın bizzat hakikatmiş gibi sunulduğu hatta yalan atan kişilerin bile bu yalanları görmezden gelip ısrarla savunduğu bir döneme post-truth diyoruz. Nerden geldik buraya? Bu kavramı 1992 yılında ilk defa Sırp kökenli Amerikalı yazar Steve Tesich kullanmıştır. 1992 yılında yayımlanan “Government of Lies” (Yalanlar Hükümeti) makalesinde Amerikan halkının önemli bir kısmının Bush hükümeti tarafından yapılan siyasi propagandaları sorgulamadan gerçekmiş gibi kabul ettiğini belirtir. Tesich, Amerikan toplumunu analiz ederken artık insanların hakikati aramak yerine önüne gelen ham bilgi yığınlarını sorgulamadan kabul ettiğini yazarak eleştirir.

Post-Truth, bugün ABD ve İsrail tarafından Müslümanlarla top yekûn bir savaş aracı olarak kullanılıyor. Beyaz yakalısı, beyazı, yakalısı, yakasızı kim varsa tarafını belli etmek zorundadır. Peygamber efendimizin meşhur hadisinde bu durum “Müslümanlar, Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz” cümlesiyle ifade edilir. Cümle, hakiki bir savaş anlamında anlaşılacağı gibi mecazî manada soğuk savaş, mücadele, çatışma ve düşmanlık manalarına da gelir. Ama Yahudiler, topyekûn bir savaşı değil Siyonizm’le arz-ı mev’ûd idealinin için Müslümanları zayıflatma ve kaleyi içten fethetme planını uygulamak için perde arkasında gizlenmişlerdir. Bu gizlenme onların deyimiyle Gargat ağacının arkasına saklanma da denilebilir.

Tıpkı bir zamanların post-modernizmi gibi, bugün de post-truth anlayışı; ABD ve Siyonistlerin dünyayı yönetme ve İslam coğrafyasını dizayn etme aracı haline geldi.