Anadolu Şiir Akşamları dolayısıyla Urfa’ya gelen otuzu aşkın şairle hasbıhal etmenin sorumluluğunu yaşadım desem yeridir. Hal böyleyken bu güzide topluluğa karşı şehre dair söylenecek sözümüz bir sorumluluk dairesi içerisinde olması gerekirdi. Şair Osman Nevres’in iki asır öteden “Önün ardını gözet. İnceden inceye düşün. Onda bir söyle. Ağzına gelen her şeyi söyleme.” mealindeki tek beyitli nasihatini de unutmadım.

Sözü; zamanında ve yerinde, muhatabına uygun olarak ifade etmeye çalışırken şehre dair bir takım yaygın yanlışlıkları da kelam-ı kibar dairesinde bertaraf etmeye çalıştık. Her ne kadar; “eskiler, galat-ı meşhur lügat-ı fasihten evladır.” dese de biz, “Su bulununca teyemmüm bozulur.”  hükmünce onların yaygın ve yanlış kanaatlerine karşı çıkmaktayız.

Burada yazacağımız yazıyı sadece şehre gelen otuzu aşkın şairin okumayacağı, kamuya mal olacağı bir yazı olacağı hükmü kararınca meramımızı efradını cami’ ağyarını mani bir şekilde anlatmaya çalışalım. Mevzuya dair alakalı en mühim kısımları anlatmak, önemsiz ve gereksiz kısımları ise dile getirmemeye çalışacağız.

Malumdur ki Urfa şehir merkezinde Halilürrahman Gölü ve Anzılha Gölü’nün olduğu yere Dergâh denilir. Urfa’da dinî hayatın en yoğun olduğu, mutasavvıfların hem ibadet edip hem de mürşitlere tasavvufi alanda eğitim verdikleri dini kurumlar buradaydı.  (İbrahimiye medresesi, Rızvaniye medresesi, Nakıbiye medresesi, Eyyubiye medresesi…)

Urfa büyükşehir olduğu dönemde Halilürrahman Bölgesi Merkez Haliliye ilçesi sınırları içerisinde kalacağına merkez Eyyübiye sınırları içerisinde bırakılmıştır. Burada bile şehir yöneticilerinin; yazarlardan, aydınlardan, şehir tarihi yazarlarından ne kadar uzak durduğunun da bir göstergesidir. Çünkü Haliliye ilçesine Hz. İbrahim Halil peygambere çağrışım olsun diye bu isim verilmişti. Eyyübiye ilçesi de Hz. Eyyub’un yaşadığı ve çile çektiği mağarasının bu ilçede olması münasebetiyle bu ismi almıştı. Bu çarpık bilgiseli başka platformlarda tartışabiliriz.

Biz, Hz. İbrahim ve Nemrud ile mücadelesine dönelim. Dergâh meydanında tevhidî inancın timsali olan ve peygamberlerin atası Hz. İbrahim’in MÖ 2000’li yıllarda Babil kralı Nemrud’a karşı amansız mücadelesi halk arasında efsanevi bir şekilde anlatılagelmiştir.

Dilden dile gönülden gönüle aktarılan bu tarihî olay, büyük İslam tarihçilerinin de aktardığı bilgilerle örtüşmektedir. Sadece onlar mı şairler, yazarlar, ecnebi seyyahlar hep bu dergâh mekânına dair Hz. İbrahim’i çağrıştıracak isimlerle anmışlardı. Hatta ecnebi seyyahlar özellikle Şarkiyatçı Buckingham gibi şahsiyetler, hatıralarında bu iki göle birden Abraham Lake yani İbrahim Gölü demiştir. Alman tarihçi Nieburh’un Urfa haritasını çizdiği ve dergâh meydanındaki göl için “Hz. İbrahim’e (Patriark İbrahim) vakfedilen büyük ve güzel balık dolu göl var.” demiştir.

Peki, ne oldu da elin gâvuru bile buraya İbrahim Gölü derken, İbrahim Halilüllah Makamı derken burası birden “Balıklıgöl” oluverdi. Cevabını vermek çok kolay. Ama algılamakta sorun yaşayacağımız kesindir. Çünkü zihinlerimiz işgal altında. Şair İsmet Özel’in Amentü şiiri zihinlerin işgalini çok güzel özetlemiştir.  

“Çanlar sustu ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere:

Tanrı uludur Tanrı uludur

polistir babam Cumhuriyetin bir kuludur

Bense anlamış değilim böyle maceralardan

ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur

Yalnız coşkunluğu karşısında içlendiğim

şadırvan nüfus cüzdanımda tuhaf ekmek damgası durur”

 

İşte tam bu dönemde aynı zihniyet, Urfa’daki Makam-ı İbrahim Halilüllah ya da diğer adıyla Dergâh makamındaki camilerin çoğunu asli statüsünden çıkarıp ahıra çevirmişti. 1960’lı yıllarda çoğu ahır olarak kullanılan bu camileri Urfa halkı kendi arasında para toplayıp satın almışlardı. Özellikle o dönemde Mırıne Hoca olarak bilinen Şair Lütfi ve Rafi Görgün gibi şahsiyetlerin hatıraları neşredilmiştir. (Bkz. https://www.gapgundemi.com/camilerin-hizmetkari-rafi-gorgun-3)

Dinde bu tahribatı yapan o dönemin yöneticileri ister istemez “Güneş-dil teorisiyle de mekân, şahıs ve kavramlarda cebren de olsa değişikliğe gitmiştir. Mesela Ramazan Bayramını Şeker Bayramı olarak adlandırılması gibi Halilürrahman Gölü’ne de Balıklıgöl ismini vermişlerdi.

Bir dönem çağdaşlık adına kendi tarihî varlıklarını sürdürebilmek için Osmanlı’yı, Selçukileri, Eyyubilerin ve daha önceki tarihsel birikimleri yok etmeye çalışan zihniyet bir dönem sonra Batı’nın arkeolojik çalışmalarda çok eski çağlara ulaşmak istemesini ve bu isteği kendi topraklarında yaptığını görünce kutsala, tarihe ve dinî hayata kısmen dönüş yolculuğuna izin verdiler.

El-kıssa. Tarihsel mekân ile tarihi süreç arasındaki ilişkiyi, tarihin ‘kendisine yönelik’, ‘kendisinde’ ve ‘kendisinden hareketle’ cereyan ettiği mekân şeklinde ‘tarihsel mekân’ı ele aldığımızda tarih içerisinde mekânla özdeşleşen isimlerin değiştirilmesini asla tasvip edilmeyeceğini belirtmek isteriz.