Şöyle gündeme bakınca, merhum Levent Kırca’nın yıllar önceki bir skecini anımsadım ister istemez. Hangisi mi? Şoför koltuğunda kafayı çekerken, trafik polisine yakalandığı o meşhur tiplemesi vardı ya! Durumu KOTARMAK için de “sen sarhoşsun” diyen polise, “asıl sen sarhoşsun” şeklinde KELİME OYUNU yapmıştı hatırlarsanız. Polis de hayretler içerisinde, “ben sarhoşum ha” biçiminde cevap verince, “evet sen sarhoşsun, bak kendin itiraf ediyorsun” pişkinliğiyle SUÇ BASTIRMIŞTI. O esnada hadisenin gelişiminden habersiz bir vatandaş da, polisin o hayret ifadesine şahit olup, polise tavır almıştı hani... İzlemediyseniz şayet internetten bulup, muhakkak izlemenizi öneririm. Çünkü buna KIYASLA, şu sıralar BENZER şeyler yaşadığımız net. Zira birilerince; ortaya saçılan iddialardan ziyade, yargının suçlanması; kanı hızlı atan gençlere, olayları kendi pençelerinden göstererek, sokakların karıştırılması; geçmişlerine bakmaksızın, halkın seçtiği Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına olmadık iftiralarda bulunmasının, özü itibarıyla bu skeç ile benzediği inkar edilemez. Fakat arada tek fark var yalnızca. O ise günümüzde sergilenenin, “HİÇ KOMİK OLMADIĞINDAN” ibaret seyrediyor maalesef.

Hâlbuki önceki yazımda da değindiğim gibi; “yargılama sürerken ve henüz karar açıklanmamışken masumiyet esastır” malumunuz üzere. Üstelik şikâyetleri ve itirafların büyük çoğunluğunun, KENDİ İÇLERİNDEN gelmesine rağmen, bu olgunun altını herkes bastıra bastıra da çiziyor. … Geriye ise hamaset yapmadan, huzur bozmadan, BİLİMSEL DELİLLERLE SAVUNMA mekanizmasını yürütmek kalıyor sadece. Lakin iddiaları belgeleriyle çürütmek şöyle dursun, meselenin bir HIŞIMLA başka mecralara taşınması, kafalarda SORU İŞARETLERİ doğurmuyor da sayılmaz. Madem öyleye, “niçin böyle bir yol tutturdular” derseniz? Bunun takdirini sizlere bırakıyorum elbette. Ancak bebek katili ve soykırımcı Netanyahu’ya bile sarf edemediklerini, Sn. CUMHURBAŞKANIMIZA fütursuzca söylemek ne demek Allah aşkına! Dünya bir ekonomik krizden geçerken, ülkenin iyi veya kötü yerli markalarını boykota soyunmak da nedir peki? Hadi hepsini geçtik (geçilmez ya), birde Türkiye’nin Avrupa ülkelerine şikâyet edilmesi var ki, yenilir yutulur gibi değil. Kaldı ki şikâyet ettikleri ülkelerden biri, şuan 2. Parti konumunda olan AFD’ye, kapatma davası açan ve siyasetçisi Höcke’ye yasak getirmeye hazırlanan sözüm ona demokratik ALMANYA. Bir diğeri de ülkesindeki anketlerde 1. çıkan Le Pen’e, siyasi yasak kararı veren FRANSA… Ve en nihayetindeyse “bir suda iki balık kavga ediyorsa, oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir“ Kızılderili Atasözüne konu olan BİRLEŞİK KRALLIK…

Ne kadar TRAJİK değil mi? Zira dünya adım adım büyük bir hesaplaşmaya doğru giderken, gündemi böyle tavırlarla meşgul etmenin en çok kime zarar vereceğini varın siz söyleyin! Trump’un gümrük vergileriyle, dünya ekonomik bir çöküntüye girmişken; AB ülkeleri güvenlik sorunuyla boğuşurken; Rusya-Ukrayna Savaşı durdurulamazken; İsrail Suriye’de, Türkiye’yi tehdit ederken; Ege’de Yunanistan ve İsrail, anlaşma imzalamışken; Kıbrıs Rum kesiminde, Türklere karşı düşmanlık tekrar hortlatılırken ve PKK lağv edilerek, “Terörsüz Türkiye” ye ramak kalmışken, iç cepheyi sarsmak nasıl kabul edilebilir ki? Gerçi Sn. Hakan Fidan’ın;  "HER TÜRLÜ OYUNU SADECE GÖRECEK DURUMDA DEĞİL, AYNI ZAMANDA BOZACAK DURUMDAYIZ" İfadeleri, Devletimizin gerekli tedbirleri aldığı noktasında umudumuzu arttırıyor. O yüzden de taşların yerine oturacağından, en ufak bir şüphemiz bulunmuyor. Fakat içerde BİRİLERİNİN İKBAL HIRSINA KARŞI UYANIK OLMAK da, hepimiz için hayati bir öneme sahip. Tabi bunu yaparken de, sağduyuyu elden bırakmamak bir o kadar elzem. Zira konunun, artık gündemde olan bir davayı çoktan AŞTIĞI ortada. Yoksa yabancı bir platformundan Atatürk Dizisinin kaldırılmasına TEK LAF ETMEYENLERİN, şimdilerde malum mesele hakkında “BÜLBÜL KESİLMESİ” sizce de manidar değil mi?