Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Kasım 2024

Toplumsal Anomi

Türkiye sosyal, siyasal, ekonomik birçok gerilimlerin içinden geçerek bugünlere gelmiştir. Öncelikle Çok uzun yıllar boyunca Türkiye’nin ekonomi politiğinde hiçbir değişme olmadığını; tam da bu sebeple henüz geleceğe doğru bir kırılma yaratacak değişimi gerçekleştiremediğini belirtmek lazımdır.

Fakat Türkiye dış dünyadaki değişimlerle de etkileşim halinde toplumsal düzlemde ciddi bir dönüşüme maruz kalmıştır. Bu dönüşüm bugün farklı tezahür noktalarında bir “toplumsal çürüme” şeklinde de izlenebilmektedir. Bu durum insanlar arası ilişkilerde ahlaki ilkeselliği zafiyete uğratması sebebiyle bir belirsizlik durumunu derinleştirmektedir.

Öncelikle toplumda hala devam eden ve toplumsal hayatın sürdürülmesine imkan tanıyan, bugüne miras kalmış tarihsel ve toplumsal kodlar çerçevesinde refleksler belirleyici rol oynamaya devam etmektedir. Belki toplumu birçok tehlikeden hala bu reflekslerin korumaya devam ettiğini söyleyebiliriz.

Türkiye modernleşme sürecinde birkaç boyutlu fakat derin bir değişime uğramıştır. Bu değişimlerin kanaatimizce Türkiye açısından kırılma noktası 1980 yılıdır. 1980’ler bir kavşak noktası olarak bu değişim boyutlarının kavşak noktasını teşkil etmektedir. Bunlardan ilki, bizzat modernleşmenin getirdiği hayat tarzıdır. Bu hayat tarzı her ne kadar bazı dirençlere uğrasa bile, gelinen noktada artık bir zihniyet dönüşümünü de belirli oranda gerçekleştirmiş görünmektedir.

İkinci unsur şehirleşme olup belki etkilerinin derinliği açısından üzerinde durulmayı hak etmektedir. Zira Türkiye nüfusu şu anda kahir ekseriyetle şehirlerde yaşamaktadır. Şehirleşme bir konfor alanı yaratmakla birlikte, eski sosyal ağları zayıflattığı gibi bireyselci tavırları artırmıştır. Fakat bu minvalde meydana gelen en önemli değişim, şehre adaptasyon tam gerçekleşmediği gibi yeni davranış örüntüleri ve ilkeleri de geliştirilememiş olmasıdır. Dolayısıyla kırsaldaki sosyal kontrol, davranış kodları değişmiş, fakat şehirde yenileri oluşturulamamıştır.

Thomas Hobbes bilindiği üzere siyaset felsefesinde doğal durumda insanların bir gerilim halinde olduğundan bahseder. Ona göre doğal hak, insanın kendi doğasını yani kendi hayatını korumak için kendi gücünü kullanması, kendi aklı ile istediği hedeflere ulaşmak üzere hareket etmesidir. (Leviathan, s. 103) Burada insanların bir diğerine karşı davranışını düzenleyen ilkeler ve deneyimler henüz üretilmemiştir.

Doğrusu küresel postmodern süreç te bir yandan tüketimi kışkırtırken diğer yandan insanın bedeni hazlarını merkeze alan bir hayat inşa etmektedir. Haz ve tüketim birleştiğinde, bencillikler de giderek artmaktadır. Bugün dikkat edilirse bilhassa yeni nesilde kamusal yükümlülükler ve hatta giderek şehir hayatında kamusal ilgiler azalmaktadır.

Tüm bunlar karşısında insanların birbirleri ve eşya ile olan ilişkilerinde ilkesellik geliştirememesi, hatta bunu sağlayacak deneyimler üretememesi önemli sorun olarak ortada durmaktadır. Belki burada insanları belirli sınırlar içinde tutmaya devam eden tarihsel ve sosyal kodların kısmen mevcudiyeti belli bir koruma sağlamaktadır. Fakat bunun dışında belki kişilerin bireysel olarak geliştirecekleri ahlakilik bir rol oynayabilecektir. Fakat bu kişinin bilinç ve farkındalığı dışında kamusal alana etkin olarak taşınamamıştır.

Peki, tüm bu değişimler çerçevesinde din nerede durmaktadır? Doğrusu din ilkin kamusal etkisinin zayıflaması ve bu geçiş döneminin soru(n)larına hala cevap verememesi sebebiyle pasif kalmaktadır. Aslında dinin tam da bu noktada insanlar arası ilişkilerde belirleyici olan bir ahlakilik konusunda daha aktif olması geçiş döneminin ağır sorunlarını da hafifletecektir.