Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
04 Kasım 2023

Taklitten Öte Yol

Tarih boyunca toplumlar kültürel karşılaşmalar yaşamaktadırlar. Bu, bir yandan insanın “beşer” olmasından kaynaklanan bir iletişim, diğer yandan kendisi ile farklı kültür ve toplumlar arasında ister istemez karşılaştırmalar yapma durumundan kaynaklanmaktadır.

Bir sınıfta başarılı öğrenci diğerlerinin dikkatini çeker ve bu başarının nasıl elde edildiği merak konusu olur. Bu minvalde Osmanlı’nın son döneminde Batı’nın artan başarısı dikkat çekmiş ve dönemin padişahları Avrupa’ya adamlarını (bu bazen aydınlar bazen bürokrasiden yöneticiler) göndermişlerdir. Osmanlı nihayetinde “küffar” olarak gördüğü bir toplumun müslümanların üzerinde nasıl başarı elde ettiklerini farklı soru(n)lar eşliğinde düşündü.

Modern dönemde Müslümanlarla batılıların bu kültürel karşılaşması, batı dışı toplumlarda ciddi bir travmayı da birlikte getirmiştir. Bir yandan giderek her bakımdan zayıflayan Müslümanlar ile her bakımdan kuvvetlenen bir Batı söz konusu idi. Daha da önemlisi premodern dönemden modernliğe geçerken gerek zihniyet gerekse pratikler açısından devrim niteliğinde değişimler söz konusu idi.

Bugünden geriye doğru bakıldığında daha rahat anlaşılmaktadır ki, geleneksel zihniyet çerçevesinden bakarak Batı ile baş etmenin imkanı bulunmamaktadır. Bu, geleneksel müktesebat ile bağları tamamen koparmak anlamına gelmemekte; fakat post/modern olanla baş etmenin farklı donanımları gerektirdiğini ifade etmektedir.

Bu anlamda Batı’nın farklı bir dünya yarattığı gerçeği görülmelidir. Bu, dünya ile farklı bir perspektiften ilişki kurmak anlamına gelir ki, bir yandan Batı’nın bir zihniyet olarak egemenliğini pekiştirmekte diğer yandan dünyanın geri kalanlarının sürekli Batı’yı yeniden üretmelerini temin etmektedir. Meselâ; bugün özellikle Çin’in yükseliş trendi ekonomik olarak bir gücü ifade etmekle birlikte paradigmatik olarak Batı’nın içindedir.

Bu bağlamda Batı egemenliğinin aşılabilmesi yeni bir zihniyet dünyasını gerektirmektedir. Tıpkı Ortaçağ’ın aşılmasının modern zihniyetle sağlanması gibi. Belki bunun için potansiyel paradigmatik imkanlara bir bakmak fayda sağlayabilir. Şayet islam dünyasının böyle bir iddiası olacaksa, bunun öncelikli yolu mevcut perspektifin dışındaki bir paradigmayı ortaya koyabilmektir.

Farklı bir kültür ve medeniyetle karşılaşmadan itibaren farklı aşamalar birbirini takip etmektedir. Bu aşamalardan ilki, hayranlıksa ikincisi buna bağlı olarak taklittir. Maalesef bugüne kadar hayranlık ve taklit aşamaları aşılabilmiş değildir. Hatta 1970 ve 80’lerde varolan özgüven duygusu bile daha zayıflamış görünmektedir. Bugün bu Batı’yı talep edişlerde daha rahat görülebilir.

Müslüman toplumlar yenilmiş olmanın verdiği psikoloji ile Batı’ya dair her şeyi ağırlıklı olarak “duygusal” boyutlu algılamaktadırlar. Bu algılama biçimleri müslümanların tepkilerini ve hatta cevap verme şekillerini de etkilemektedir. Elbette insanın duygusal bir boyutu vardır ve duygulardan bağımsız bir algılama olamaz.

Fakat Batı ile baş edebilmek için daha bilgi ve akıl temelinde bir düşünsel inşa gerekmektedir. Bunun öncelikli yolu eğitimi yeniden düzenlemek ve üniversiteleri kendi sorunlarını ciddi tartışan bir entelektüel mekan haline getirmekle mümkün olacaktır.

Yeni bir aşamaya geçilemediğinin en önemli göstergesi, son 50-60 yılda bile aynı şeylerin sürekli döngüsel bir şekilde yaşanmaya devam etmesidir. Hatta giderek paradigmaya güven kaybının ciddi işaretleri alınmaktadır; paradoksal olarak paradigmanın sıklıkla vurgulanmasına rağmen alttan alta bu kayıp devam etmektedir. Kayıplar derinleştiği oranda, yoğunlaş(tırıl)an duygusallık gerçeklikten kopuşa doğru gitmektedir.