Mazlumları, masumları acımasızca katledenlere karşı elbette boykot yapmak insanlık görevi. Ancak akıllı olanlar, ülkesine boykot yapmaz!


Mübarek Ramazan-ı Şerif’in son günlerinde ve Bayram günlerinde iki büyük ve sarsıcı hadise yaşandı: İlki, İsrail terör örgütünün barbarca ve hunharca uyguladığı soykırım ve Filistin topraklarındaki katliamları. Diğeri de şuursuz, dengesiz ve gafil kişilerin Türkiye’mizde esnafımıza uyguladığı rezil boykot! 
İlkinde zalimler, lanetlenmeyi göze alarak zulümlerine devam etti. İsrail, Türkiye’deki ‘boykot’ gündemini fırsat bilerek mi vahşetine fütursuzca devam etti acaba? Ben bu kanaatteyim. Hem Türkiye’de hem de bütün dünyada birinci gündem maddesi ‘Gazze’ olmalıdır. Birileri gündemi saptırıyorsa buna emperyalizmin dayatması ve tuzağı gözüyle bakılmalıdır. Çünkü Siyonistlerin vahşetine şiddetli tepkiyi, hem İslam âleminde hem de dünyada en çok Türkiye gösteriyor. Zira yüce devletimiz ve asil milletimiz bu acımasızlığı, zorbalığı hazmedemiyor. Gazetecilerimiz, yazarlarımız da bu hassasiyete sahip. Mesela bu vicdanlı kalem erbabından Saadettin Acar, iki gün önce şunları yazdı:  “Gazze yanıyor. Terör şebekesi İsrail ölüm kusmaya devam ediyor. Ne zaman yeter diyeceğiz? Son Gazzeli çocuk da şehit edildikten sonra mı? Bize ne oldu? Ey insan, neredesin? Bu vahşeti daha ne kadar görmezden geleceksin? İmdat eyle ey mazlumların sahibi.”

75 YILLIK BOYKOT

Azerbaycan Türk’ü kardeşlerimizin çok güzel ve anlamlı bir atasözü vardır: “Yel kayadan ne aparır?” Yani sağlam bir kayaya, hafifçe esen yel asla zarar veremez. Boykotçular, 2 Nisan Çarşamba günü büyük bir hüsrana uğradı. Çarşı pazardaki satışlar, Türkiye genelinde ikiye katlandı. Peki, buna karşılık aziz milletimizin boykotu nasıldır? Onu da söyleyelim: Halkımız, 75 yıldır ‘boykotçu partiyi’ tek başına iktidara getirmemekle cezalandırıyor ve 1950’den bu yana muhalefete mahkûm etmekle en büyük boykotu ona yapıyor. İşte boykot dediğin böyle olur! Bunu kırabilmek için ‘yerli’ ve ‘millî’ bünyeye uymak zorundasınız. Aksi takdirde böyle hırçın ve saldırgan olduğunuz müddetçe, marjinal terör odaklarına zemin hazırladığınız sürece değil 75 yıl, 175 yıl sonra bile iktidar yüzü göremezsiniz.

BATI’YA TAVIR

Bugün başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi, tarih boyunca kötülüklerin odağı olmuştur. Ahlaksız sömürü düzenini savunmuş ve fırsat bulduğu yerlerde pervasızca uygulamıştır. Dünyanın birçok bölgesinde katliamlar gerçekleştirmiştir. Amerika’da milyonlarca masum Kızılderili ve günahsız zencinin hayatına son verilmiştir. Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da dökülen kanların, çalınan toprakların ve el konulan yeraltı zenginliklerinin hesabı henüz sorulmamıştır. Bundan bir asır önce Türkiye’de yaşayan İslam âlimleri, Batı mamullerini boykot etmiş, yerli/millî mahsullerin ve ürünlerin alınmasını teşvik etmişlerdir. Mazide ilkokulda okurken dikkat çeken “Yerli Mallar Haftası”, çocukluk rüyalarımızı süsleyen en güzel hatıralardan biri olmaya devam ediyor.

TUKAY’IN ŞİİRLERİ

Türkiye’nin öncülüğünü yaptığı “Türk Devletleri Teşkilatı”, kanaatimce hepimizin biricik ideali ve kızıl elması olan “İttihad-ı İslam”ın, yani İslam Birliği’nin mukaddimesidir. Şu anda beş altı Türk ülkesi güçlerini birleştiriyor ama yarın 57 İslam ülkesi 2 milyarlık nüfuslarıyla bir araya gelme ihtiyacını hissedeceklerdir. Sadece siyasi, ekonomik alanda değil kültür sahasında da bu güç birliğine acilen ihtiyacımız var. ABD-İsrail terör örgütüne karşı Avrupa’da da bir bilinç uyanmaya başladı. Ticaret savaşını başlatan ABD’nin hoyratlığını ve küstahlığını gören dünya, tedbirlerini şimdiden almaya başladı. Şükürler olsun ki, Türk dünyasının önemli isimlerinin eserleri Türkiye’de dikkat çekiyor. Abdullah Tukay’ın Şiirleri, Ötüken Neşriyat tarafından yayımlandı. Prof. Dr. Fatma Özkan’ın hazırladığı eser, 1060 sayfa. Türk dilinin tarihî devirlerini araştıran, Tatar, Kazak, Kırgız Azerî, Uygur, Özbek, Hakas gibi Türkiye dışındaki Türklerin dil, edebiyat ve kültürleri üzerinde mühim çalışmalar yapan Özkan, bu eseriyle genç yaşta vefat etmiş Abdullah Tukay’ın şiir birikimini ilim âleminin önüne çıkarmıştır. “Söz Başı”nın ilk satırlarında şunları okuyoruz: “Tukay, diğer Türk boylarının olduğu gibi, Kazan Türklerinin de sosyal ve siyasî alandaki sıkıntılarının buhrana dönüştüğü bir çağda, geçen asrın sonu ile bu asrın başlarında yaşamıştır. O, Kazakistan’da Abay, Özbekistan’da Çolpan, Azerbaycan’da Sabir ve Türkiye’de Mehmed Âkif gibi, çilesini yüreğinde hissettiği milletini yükseltmek için, ‘semavî’ olarak nitelendirdiği sanatını onun hizmetine sunan idealist şairlerden biridir.” 

Kazan Türklerinin ‘Millî Şairi’

Olgunluk dönemini yaşayamadan henüz 27 yaşında hayata veda eden Abdullah Tukay’ın şiirleri düşündürücü, ufuk açıcıdır. Genç şair, içinde yaşadığı toplumun meselelerine bigâne kalmamış, aksayan yönleri eleştirmiş, doğru davranışları övmüştür. Kazan Türklerinin ‘millî şairi’ olarak kabul edilen Abdullah Tukay’ın şiirlerinin muhtevası, çok geniş bir alana yayılmaktadır. Millet, milliyetçilik, hürriyet, eğitim, çocuk, din ve aşk kavramları hakkındaki duygu ve düşüncelerini dile getiren şairimiz, eleştiri hakkını da kullanmıştır. Tatar Türklerinin şiir kurucusu ve temsilcisi olan Tukay’ın şiirlerini Türkiye Türkçesine aktaran Prof. Fatma Özkan, eserin giriş kısmında “Kazan Türklerinin Etnik Teşekkülü ve Kısa Tarihi”ni okurun istifadesine sunuyor. 

Birinci bölümde “Abdullah Tukay’ın Şiirlerinin Muhteva Hususiyetleri” bulunuyor. Şairin dil ve üslubu üzerinde durulurken metinlerdeki şekil meseleleri de unutulmuyor. “Şiirler” en hacimli bölüm. Burada şairin bütün şiirlerinin hem Kazan Tatarcası ile orijinali veriliyor, hem de Türkiye Türkçesi ile metinler okurun önüne konuluyor. Bu çalışmanın karşılıklı sayfalarda yer alması, çok isabetli olmuştur. Böylece Türk Dili ve Edebiyatı tahsili yapanlar ile araştırmacılar, eserden daha iyi yararlanabilecek. “Ömür nehri böyle başlar” diye başlayan “Rahatlık” şiirinin yanı sıra “Bir Tatar Şairinin Sözleri”nde cesur bir sanatkârın rahat tavrı görülür. Halk edebiyatının imkânlarını başarıyla kullanan şairin “Köylü Kadınların Beşik Sallarken Ümitleri” şiiri, anne-bebek sevgisi üzerine kuruludur. İlk mısraları mani gibidir ve şöyledir: “Ninni ninni eder bu,/Buhara’ya gider bu;/Buhara’dan dönünce,/Hoca olup, yetişir bu.” Tukay, “Çocukluğumdaki Bayramlar”da huzur bulduğu eski demleri ve çocuksu şölenleri dile getirir. “Arefe gecesi, heyecanla uyuduğu çağları” anar. Yaradan’dan bir dileği vardır: “Çocukluğuna dönmek.” Şairin, “Tavsiye” gibi şiirlerinde öğütler de görürüz. “Peygamber”, dinî motifli şiirdir. Kedilere, uykuya ve muhtelif insan hâllerine dair şiirler de süsler kitabı. Dinî hassasiyet ve inanç temizliği ile terennüm edilen şiirler de görürüz. Onlardan biri “Sübhanallah, Sübhanallah”. İlk mısraları şöyledir: “Çocukluğumda okuttu beni hoca,/Teşekkürler ona, öğretti birçok şeyi güzelce,/Derhâl, ‘Sübhanallah’ demek lazım dedi,/Yeni doğan ayı görünce/O günden beri doğan aya,/Altın tepsi gibi dolunaya/Bakıp, gönlüm nasıl hayran kalır,/Derim o zaman ‘Subhanallar, Subhanallah’./Böyle söyleyişim, benim âdetimdir,/Bu bir çeşit dinî vecibem, niyetimdir./Gerekince, gönülden okurum onu,/Hocam! Binlerce teşekkür sana.”

ESKİ İSTANBUL’DAN YAPRAKLAR

Bâbıâli’nin renkli simalarından, matbuat dünyamızın emektarlarından biri olan gazeteci Reşid Halid Gönç’ün bir döneme ayna olan Eski İstanbul’dan Yapraklar isimli eserini, İbrahim Öztürkçü hazırladı ve notlandırdı. 94 sayfalık küçük hacimli eser, bir solukta okunuyor ama bitirince de bilgi ve tarih heybeleriniz neredeyse ağzına kadar doluyor. Geçmişte insanlarımızın kış hazırlıkları anlatılırken Dersaadet’teki konaklar, yalılar, eğlence hayatı, sosyal münasebetler, komşuluklar, dostluklar, meşhur tipler, çayhaneler ve kıraathaneler üzerinde etraflıca duruluyor. Meşhur Küllük kahvesi gibi olan “Sarafim’in Kıraathanesi”ne de geçmiş zaman münevverleri devam etmiş. Eski İstanbul’daki iftarlardan bahsedilirken, “Kırk, elli sene evvelki İstanbul konaklarının Ramazan’daki iftar ziyafetleri cidden pek debdebeli, şatafatlı olurdu.” deniliyor. Bu seneki mübarek Ramazan bir hafta önce bitti ama o huzuru, biz yazarımızın intibalarından ve hatıralarından bir nebze okuyup yaşamaya çalışalım: “Top patlar patlamaz herkes orucunu ekseriyetle zeytin tanesiyle veya eğer varsa hurma tanesiyle bozar ve iftarlıklara banıp yemeğe başlanırdı. İftarlıklardan birkaç lokma yendikten sonra -bazı pek sofu konaklarda- akşam namazı kılmak üzere kalkılırdı. Namaz bittikten sonra yine tekrar sofraya oturulur, yemeğe çorbadan başlanırdı. Çorbadan sonra pastırmalı veyahut soğanlı yumurta şarttı. Arkadan etlerin, sebzelerin, hamur işlerinin bir iki türlüsü sofraya gelip giderdi. Oruçluları rahatsız edecek yüksek sesle konuşmak pek ayıptı. Herkes sakin sakin yemeğini yer, katiyen birbirleriyle hızlı sesle görüşmezler, yalnız yanındakilerle fısıltı ile konuşulurdu.”

SELÇUKLU HİKÂYELERİ

Hasan Erdem’in Selçuklu Hikâyeleri güzel bir kapakla Ötüken’den okura ulaştı. Kitaptaki resimler, Selçuk Ören’in. Tarihî romanlarıyla tanınan Hasan Erdem, gençler için kaleme aldığı hikâyelerde, 1040 yılında Oğuz Türklerinin Kınık boyu tarafından kurulan ve Hindukuş Dağları’ndan Anadolu’ya, Türkistan’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan geniş coğrafyada hükümran olan Selçukluların tarihinden ilham almış. Yazar, Türk kültürünü ve İslam dinini, fethettikleri topraklara yayan Selçukluların tarihinden yola çıkarak sekiz hikâyesiyle genç okuyucuların önüne çıkıyor. Hikâyelerin isimleri: “Rüzgârla Yarışan Atlılar”, “Amorion Kalesi”, “Kudüs Fatihi”, “Kutalmışoğlu”, “İznik düştü”, “Deniz Kurdu”, “İkinci Kılıç Arslan ve Mikyokefalon Savaşı”, “Moğollar Anadolu’da”. Zarif bir dil ve akıcı bir üslubun görüldüğü, tarih şuurunun iyice hissedildiği bir eserdir Selçuklu Hikâyeleri. Aynı yayınevinden çıkan Birmanyalı Bir Kıza Çeşitli Şiirler, George Orwell’in. ‘Modern Klasikler’ serisinden çıkan kitabın Türkçesi Alper Çeker’e ait. İyi yayınevlerinden güzel eserler çıkıyor; okumaya devam edelim.