Hüzünle yaşadığımız Ramazan Bayramı’nda gördüğüm bir fotoğraf karesi, beni çok etkiledi. Gazze’de harabeler arasında kurulan derme çatma salıncakta sallanan ve her şeye rağmen gülen çocukların yer aldığı hazin fotoğraftı bu. Aslında dünyanın utanç yüzü, kahredici karesiydi. Filistinli çocuklar öz evlatlarımız. Kırım’da, Bosna’da, Doğu Türkistan’da yaşayan diğer çocuklarımız gibi. Yaşadıkları bölgelerde acı çeken, yaralanıp ölen bu masumlar, insanlığın yüz akı!
Ahmet Sezgin’in Ateş Yayıncılık’tan çıkan ve hatıralardan oluşan Kar Renkli Çocukluğum isimli kitabını bir çırpıda okudum. Pek çok eseri bulunan yazarımız bunu çocukluk yıllarına ayırmış. Esasen hepimizin az çok yaşadığı o muhteşem dönemi anlatmış. Masalları, efsaneleri, türküleri, komşulukları, Ramazan ve bayram gelenekleri ile bütün bir Anadolu canlanıyor gözümüzün önünde. Samimi bir anlatım esere hâkim. Şu satırları melal yüklü hislerle okumamak mümkün mü:
“Ayakkabılarımız delik, elbiselerimiz yamalı, okul önlüğümüz soluk, kitaplarımız eski, toplarımız patlak, lambalarımız gazlı, camımız kırık, yollarımız çamurlu, paralarımız bozuktu ama evlerimiz sıcak ve gül kokulu, kalbimiz temiz ve mahzun, annelerimiz fedakâr ve merhametli, babalarımız çileli ve sabırlı, oyunlarımız doğal ve renkli, döşeklerimiz yünlü, yastıklarımız gül desenli, kardeşliklerimiz samimi, umutlarımız diri, hayatlarımız anlamlı, dillerimiz dualı, gönüllerimiz huzurlu idi.”
Yazarımız, ilk eğitim hayatını tasvir ederken ardından o çocuksu şölende biz de dolanıp duruyoruz. İlkokuldaki eğitimin yanı sıra evde şuurlu ailenin öğrettiği ‘Tahiyatlar’, ‘Rabbiyessirler’, ‘Sübhanekeler’, ‘32 Farz’lar ve ‘Ezan-ı Muhammedî’… Maişet için gurbet elde çalışan babaya duyulan derin hasret ve Bayram Bilge Tokel’in bir teselli kabilinden okunan mısraları: “Düşümde babamı gördüm anne./Habire ekin biçer/Şavkır güneşte tırpan/Hep o türküyü söyler/Kan ter içinde.”
Kitapta ‘gül’ kelimesi çok sık geçiyor. Çünkü yazarın çocukluğu ‘gül yürekli’ insanların arasında geçmiştir. Bir yerde şöyle der: “Her işe besmeleyle başlayan gül annem, gülü her koklayışında Peygamber Efendimize salâvat getirirdi. Bir gün ‘Anne, gül koklarken neden salâvat getiriyorsun?’ diye sormuştum büyük bir merakla. Canım annem de ‘Gül, Peygamber Efendimizin kokusu ve cemali olduğu için ona salâvat getiriyorum oğlum.’ demişti.” Bu temiz inanç ve dinî muhit içinde büyüyen yazarımız, elbette çocukken gördüklerini benimseyecek, duyduklarını da hayatı boyunca yaşayacaktır.
Ders kitapları dışında okuyabileceği kitapların evde ve okulda bulunmadığını söyleyen Sezgin, ilk olarak öğretmeninin verdiği Tatil Kitabı ile Hayat ve Kâinat Kitabı’nı okuduğunu belirtir. Çizgi romanların yanı sıra şifahi kültür de önemlidir. Ve hatıraların satır aralarında bunları da okuruz: “Annemin,babamın, Mehmet dayımın, Halil dedemin, TerziEmine halamın bize sözlü olarak aktardığı şifahi kültür yani anonim halk edebiyatı(Türküler, masallar, maniler, ninniler, deyişler,bilmeceler peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, Hz.Ali Cenkleri, halk hikâyeleri, efsaneler…) en önemli beslenme kaynağımızdı. Türkçe dersimiz dışında radyodan dinlediğimiz türküler, halk hikâyeleri, ‘Arkası Yarın’daki sohbetler, ‘Radyo Tiyatrosu’ da hem dilimizi hem de gönlümüzü zenginleştiriyordu.”
Kediler, Anadolu evlerinin vazgeçilmezleri arasındadır. Yazarımızın kederli hikâyesinden bahsettiği ve ailenin “Osman” ismini verdiği gri ve kahverengi çok sevimli, sadık ve akıllı kediye dair anlattıkları bizi hem şaşırtıyor, hem de tebessüm etmemize vesile oluyor: “Güzel kedimiz Osman ile konuşur, türlü oyunlar oynardık evimizde. Bazen kucağımıza yatıp kendini sevdirir bazen de yanan kuzinenin veya ocak ateşinin yanı başına kıvrılıp bizleri izler ve dinlerdi. Bazı geceler çok sevgili Mustafa Rıfat ağabeyimle birlikte yattığımız yatağa uzanıp başını bizim gibi yastığa koyarak aramızda uyurdu. Gül annem, sahur yemeğini hazırladığında kedimiz Osman’a bizi sahur yemeğine çağırmasını söylermiş. Osman da hoplayarak kapı kolunu patileriyle indirip kapıyı açar ve yattığımız odada bizi uyandırarak sahur yemeğine getirirdi. Komşu büyüklerimizle arkadaşlarımız, Osman kedimizin hünerli ve sevimli hareketlerine hayran kalırdı.”
Oynanan oyunlar, yüzülen dereler, gezilen bahçeler, tutulan ilk oruçlar ve diğer unutulmaz renkli hatıralar zevkle okunurken kitaba değer katan çocuk kalpli şairlerin mısralarıyla karşılaşıyoruz sık sık. Ziya Osman Saba “Nasıl Anmazsın?” diye soruyor ve ekliyor: “Nasıl anmazsın o çocukluk günlerini!/Dalda bülbülü vardı, gökte beyaz bulutu/Annem vardı, babam vardı/Bahçemizde, ılık, uzayan günlerdi yaz,/Bir beyaz âlemdi kış.” Günümüz şairi Mustafa Ruhi Şirin’in şu mısraları da hem kitabı süslüyor hem de kalbimizi ısıtıyor: “Her ezan okunduğunda/Aklımıza gelir Bilâl/Minarelerin ucunda/Kiminle söyleşir hilâl?” Ahmet Sezgin’in Kar Renkli Çocukluğum kitabını ben çok sevdim, inanıyorum ki okuduğunuzda sizler de pek seveceksiniz.