Sıfır noktası öncesi
Dinin ve Tanrı’nın geleceğine dair gerek akademik gerekse sivil platformlarda tartışmaları izlemektesiniz. Bu platformlarda bilhassa yeni nesilde kurumsal dinin zayıflaması gibi bir fenomenin yanı sıra dinin eskisi gibi insan hayatında ağırlıklı bir yerinin olmadığı dile getirilmektedir.
Genel
anlamda söyleyecek olursak yeni nesilde dinin referans gücü biraz zayıflamış
görünmektedir. Bunu daha çok yaşam tarzlarına bakarak ifade etmekteyim. Fakat
bu durum dinin zayıfladığını mı göstermektedir? Doğrusu bu soruya cevabım
“evet” şeklinde değildir. Belki cümleler arasında bir paradoks görünebilir.
Fakat
şu tür bir anlama çabası paradoksu açımlayabilir. Özellikle içinde bulunduğumuz
çağda ideolojilerin, düşüncelerin, felsefelerin dinimsi bir karakter kazanması
sonucu dinimsi yapılar artmaya başlamıştır. İkincisi, zihin arındırma gibi
spritüel ayinler çoğalmış görünmektedir. Üçüncüsü, postmodern bir din anlayışı
sonucu yeni bir insan-Tanrı ilişkisi gelişmeye başlamıştır. Dördüncüsü ise,
yeni dini hareketlerde artışlar söz konusudur. Dolayısıyla “din” fenomeninin
zayıfladığını söylemek pek mümkün değildir. Hatta bu saydığımız dini nitelikli
yapılar, söylemler daha çok pagan bir karakterde kendisini göstermektedir.
Analizlerimiz
sonucu bir ayrımın yapılması zorunlu görünmektedir. Dinin referans gücü ile
dinselliğin zayıflaması arasındaki farkı ortaya koymak gerekir. Referans gücü
derken, dinin gündelik hayatı kendi çerçevesinde yönetme kapasitesine atıfta
bulunmaktayız. Yani insanlar gündelik faaliyetlerde bulunurlarken dini ne kadar
dikkate almaktadırlar? Dinsellik ise bir şekilde inanışlardan ritüellere kadar
geniş bir düzlemde dine bağlanmayı anlatmaktadır. İnsanların dinsellik ile
ilgili faaliyetleri dinin referans gücüne atıfta bulunmayabilir.
Bu
minvalde müslümanların da şöyle bir yanılgı içinde bulunduklarını kanaatindeyim.
Nominal olarak müslüman etiketinin kendilerini bütün yanılgılardan koruyacağını
hatta pagan kültüre hiç bulaşmayacaklarını düşünmektedirler. Halbuki insanlık
tarihi ve özelde peygamberler tarihi dikkatle okunduğunda, nominal
müslümanlığın içinin yabancı kültürlerle dol(durul)arak nasıl dejenere olduğu
rahatlıkla görülecektir. Esasen buradaki değişim hatta dönüşüm yıllar
içerisinde bazan da farkında olunmaksızın ve zihniyetin, mentalitenin
dönüşümüyle değişmeye başlamaktadır.
Burada
özellikle iki meselenin analiz edilmesi gerekmektedir. Birincisi, niçin
kurumsal dini anlayışlarda bir zayıflama görülmektedir? Doğrusu bunun ilk
cevabı kurumsal dini temsil ettiği düşünülen teşkilat ve organizasyonların,
İslam’ı temsil etme noktasındaki başarısızlıklarıdır. Hatta kimi zaman
yaptıkları açıklamalar, yaşam tarzları ve gündelik hayata müdahalelerinde
uğraştıkları sorunlar, gündemleri, sınıfsal tutumlar içerisine girmeleri vb.
sebeplerle insanların nezdinde temsil yeteneklerinin düşmesidir. Dolayısıyla bu
konuda direkt muhatap görünen teşkilat, cemaat ve organizasyonların ciddi bir
sorumlulukları söz konusudur.
İkincisi,
İslam adına konuşan ve söylem üreten insanların, halkın bizzat gündelik hayat
içerisinde mustarip olduğu sorunlara değ(e)memesidir. Tüm dünya ölçeğinde
güvenlik başta olmak üzere adalet, beslenme, gelecek kaygıları vb. global
sorunlar karşısında dinsel rivayetleri tekrar ederken kendi gündemlerini
sunmaktadırlar. Halbuki dünyadaki gelişmeler insanı varoluşsal sorunlar
karşısında yalnız bırakmıştır. Tam da bu noktada peygamberi bir misyonun
üstlenilmesi gerekmektedir.
Diğer
bir mesele ise çokça tekrar edildiği gibi insanların dine yönelimlerinin
azaldığını düşünmüyorum. Fakat sahih dini anlayış zayıfladığı oranda, tabiat
boşluk kabul etmez kaidesi gereğince spritüel ayinlerden, postmodern dinimsi
yapılara kadar bir dizi dinsellikler ortada arzı endam etmektedir. Doğrusu bu
tür manzaraların örneklerini tarihte de izlemek mümkündür. Sanki tarihte bir
sıfır noktasının hemen öncesinde yaşıyor gibiyiz.