Zalimin ateşkesine inanmak en büyük yanılgıdır. Zalim ateşkes sözünü diline dolamışsa ateşkesin ardından başlatacağı daha büyük bir yıkımın hesabını yapıyordur. Gerçi hesap ortada ve siyonizmin sözcüleri bu hesabı dillendirmekten de geri durmuyor. Sadece biz bunu duymak istemiyor, hatta tevil yapmaya çalışarak “Yok efendim, o anlamda demedi” diyerek kandırılışımıza nazireler düzüyoruz. “Öyle demiş olsa bile bir dil sürçmesidir, aslında medeni, çağdaş, modern, insan haklarına bağlı batı, her zaman soykırımlara, katliamlara karşıdır” diyerek kraldan daha fazla kralcı olmaya çalışıyoruz. Batıya biraz da şirin görünmek adına pişkin bir tavırla “Filistinliler şimdi savunmak için mücadelesini verdiği toprakları zamanında Yahudilere satmadı mı? Bak, Araplar dahi kendi içinde birlik olamıyor. Nerede Arap ülkelerinin liderleri? Gerçi biz Türkler de çok barbarız yahu!” gibisinden söylemler üretiyoruz. Sahi bu söylemler bizi sırattan geçirir mi? Yüce Allah, ahiret gününde “Ey Kullarım! Yaşadığınız çağda Müslüman Kardeşlerinize karşı bir katliam, bir soykırım yapıldığında, bir millet, bir şehir, bir ülke diri diri yok edildiğinde, çocuklar hangi günahtan ötürü öldürüldüklerini bilmeden katledildiğinde, Müslüman Bacılarınızın ırzına geçildiğinde, erkekleri hunharca, zulmün dahi kavramından utanarak tüm sınırları zorlanarak öldürülüp sistematik olarak bir millet yok edildiğinde sizler ne yaptınız?” diye sorduğunda verebilecek bir cevabımız var mı?

Bir film vizyona girmeden önce altyapısı ayarlanır, senaryosu hazırlanır, kurgusu yapılır, ardından çekimlere başlanır, dublajlar, birleştirmeler derken nihayetinde tamamlanarak sahneye konulur. O saatten sonra film hakkında ne yapımcı, ne yönetmen, ne senarist ne de oyuncular konuşur. Konuşma sırası artık izleyicidedir. Biz de 80 yılı aşkın süredir prodüksiyonu yapılan ve sahneye konan bir soykırımın, katliamın izleyicileri olarak filmin sonrasındaki sahnelerde neler olacağıyla ilgili yorumlar yapmakla meşgulüz. Acı olan şu ki, aslında hepimiz bu filmin sonunu biliyoruz. Bu filmin sonunda tüm ölümler acımasızlığın dahi hüzne gark olacağı şekilde yaşanacak ve bir şehir yerle yeksan edilecek. Biz de bu filmin vizyona girdiği zamandaki izleyiciler olarak bu utanç ile bir ömür yaşayacağız. Ancak izlediğimiz görüntülerin bir film sahnesinden ibaret olmadığını ve ölümlerin gerçek olduğunu idrakine vardığımızda sadece bir şehir için bizim ve bütün insanlık için iş işten geçmiş olacak.

Çocukların hunharca katledildiği bir çağda artık masum değiliz hiçbirimiz. Ölümler arşa ulaştı. Atılan bombaların altında insanlığımız ölüyor. İnsanlığın vicdanının harekete geçmesi için daha neyi bekliyoruz? Bugün soykırıma, soykırım demeyeceksek ne zaman diyeceğiz?

Susmak, suça ortak olmak değil midir? Zalim değilseniz mazlum olmanız yahut mazlumun durmanız gerekir. Tarafsızlığınız zulme cesaret verecektir. Bugün Gazze’de açılan mezarlara sadece masum çocuklar, savunmasız siviller gömülmüyor. Onlarla birlikte bütün insanlık, insanî, vicdanî ve dinî değerlerimiz gömülüyor. Bugün, Kardeşlik hukukumuzun, ümmet bilincimizin, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin, Birleşmiş Milletlerin, Uluslararası Ceza Mahkemesinin, UNICEF’in ve bütün dünyanın üzerine toprak atılıyor.

Bugün Gazze özelinde bütün dünyanın adalet ve vicdan terazisi imtihan oluyor. Bugün sessiz kaldığımız her zulümle yarın bizlerin imtihan olacağımızı unutuyoruz. Bana dokunmayan yılan nasıl yaşarsa yaşasın dediğimiz müddetçe kendi zehrimizde kahrolacağız.

Peki, bugün izlediğimiz filmin daha büyüğünün, kendi filmimizin sonunu tahmin edebiliyor musunuz? Yüce Allah bu durumumuzu Bakara Suresinin 214. Ayetinde “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?..” ifadeleriyle özetliyor. Sahi Gazze'deki bir Müslüman ile aynı cennete gitmenin hesabını yaparken hiç mi sıkılmayacağız? Sizi bilmem ama benim yüreğim daralıyor, ruhum mengeneye alınmış gibi hissediyorum. Bu hesap bana ağır geliyor. Slogan atınca rahatlarım sansam da rahatlayan hiçbir uzvum yok aslında. İnsan olma yükünün altında eziliyorum.

***

Bugün durduğumuz yer neresi? Hangi ideoloji, hangi -izm bu katliama çözüm bulur? Kaç İsrail bayrağı yakınca, kaç slogan atınca, kaç eylem yapınca, kaç basın açıklamasına katılınca ruhum bir şey yapmış olma hissi duyacak? Kalbim bu zulme buğzedince tatmin olacak mı? Emperyalizmin kurguladığı sosyal medya platformlarından zulmü paylaşma zincirleri oluşturmamız bu soykırımı durdurur mu?

Sahi topal karıncanın ağzındaki bir damla suya bel bağlayınca bu ateş söner mi? Peki filler ne için var dünyada? Fillerin harekete geçmesi için kaç masum canın daha ölümüne seyirci olacağız?

Dinmiyor içimdeki kahır, öfke, hüzün, ıstırap? Bu kadar zulme karşı söylemsel bir duruştan öte bir şey yapamıyor olmak acıtıyor içimi. Kahrediyor ruhumu. Yaşlandığım zaman çocuklarım yahut torunlarım bu zulme karşı ne yaptığımı sorduklarında onlara verebilecek bir cevabım olamayacağı için kendi içimde kendime nefretimi büyütüyorum.

Yine de umutsuz değilim. Allah’ın vaadine ve hesabına sığınıyorum. Ya Rab! Mazlumlar için sana yalvarıyorum. Onlara yardım eyle, Gazze’yi muhafaza eyle, onları muzaffer eyle. Dünyanın kendini sessize aldığı bu çağda ruhumda bir çığlık gibi yükselen Gazze’nin feryadında tüm zalimleri kahreyle. Bize her zaman insanlığın, mazlumların, Gazze’nin yanında durmayı nasip eyle.

Ya Rabbi, Gazze’de yaşanan katliam ve soykırımı “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim Suresi, 42. Ayet) ayetine sığınarak adaletine ve Sana havale ediyoruz. Şüphesiz Sen, hesabı çok çabuk görensin.”