“Kuşkusuz, elbette” anlamında kullanılan zahar kelimesi ile “olasılık, ihtimal bildiren ve galiba, herhalde, evet öyle” anlamına gelen zaar kelimesi, özellikle yöresel kullanımlarda birbirine karıştırılmaktadır. Bazı kaynaklarda zahar kelimesi, Arapça “açık, belli, belirgin, görünen” anlamına gelen zahir kelimesiyle ilişkilendirilse de yerel kullanım açısından bu iki kelime birbiriyle örtüşmemektedir. Bu yüzden zahir ile zahar kelimelerinin farklı anlamlara geldiği düşünülmektedir.

Kesinlik ya da ihtimal bildirse de zaar, özellikle içinde bulunulan olumsuz veya kötü durumlardan bir çıkış yolu olduğu umudunu taşır. Memleketim Adana'da bu kelimenin yöresel kullanımı oldukça yaygındır. Üstelik burada zahar yerine daha çok zaar şeklinde söylenir. Yani kesinlikten çok, arka arkaya yaşanan olumsuzlukların bir gün sona ereceği ve güzel günlerin geleceği umudunu yansıtır: İyi olur zaar!

Hayat bazen akşam vakti çöken sis gibi ruhumuzu sarar. Sorunlar yumağında boğulurken, yaşamın çileyle ıslanmış yollarında her yanımız çamura bulanmış bir hâlde ilerleriz. Gökyüzü, kurşuni bir ağırlıkla çöker omuzlarımıza. Her şeyin tükendiğini düşünen insan, teselli arayışı içinde bu sözü mırıldanır: İyi olur zaar!

Albert Camus “Kışın ortasında kaldığım zaman içimde yenilmez bir yaz olduğunu fark ettim.” derken bizim de aynı yerde durup düşünmemiz gerekir. Kışın ayazına tahammül, gelecek güzel günlerin habercisidir. Tıpkı Sisifos'un kayası gibi; son anda yenilmiş olsak bile yeniden başlamalı ve yolculuktan sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Umutsuzluk, altında ezildiğimiz bir taştır. Her karanlık gecenin bir sabahı olduğu gibi, tüm dertlerin üzerine güneş gibi doğar umut. İşte bu yüzden, ümitvar olmak insanı diri tutar.

Bu söz, bir bakıma teslimiyeti de içerir. Hakka ram olmaktır. İnsanın her şeye gücünün yetmediğini anladığı anda, kendisinden daha üstün bir varlığa güvenerek yarının daha güzel olacağını ümit etmesidir. İrade ile teslimiyeti bir arada taşır.

Keşke birbirimize perde olmak yerine ayna olabilseydik... Hayat, her an ve her yerde engellerle doludur. Yaşamın bir imtihan olduğu gerçeğinde saklıdır bu sır. Bazen en mutlu anımızda aldığımız hüzünlü bir haberle yığılıp kalırız. Bazen de küçücük bir kar tanesinin çığ olup üstümüze gelişinde boğuluruz. Ama ne olursa olsun, hayat işte deriz ve kendimizi avutmak yerine düştüğümüz yerden kalkmak için içimizdeki güce sarılırız.

Doğum, ölümün randevusudur. Bir yanımız kâbus, öteki yanımız umuttur. Biri toprağa düşerken, bir diğeri doğum sancısıyla dünyaya gelir. Doğum, umudun diğer adıdır. Her seferinde insanın ruhunu yeniden yeşertir. İşte bu yüzden, her ölüme karşı sabırla direniriz. Çünkü doğanın kanunu böyledir: Sonbaharda yapraklar dökülmeseydi, ilkbahara da gerek kalmazdı.

Son on yılda heybemizde o kadar çok acı birikti ki bazen en çok hangisine yanacağımızı bilemez olduk. Darbe teşebbüsü, salgınlar, ekonomik buhranlar, iklim değişikliği, teknolojiyi yeterince kullanamamaktan doğan onulmaz yaralar, depremler, savaşlar... Her yanımız acıyla çevrelendi. Böyle zamanlarda insan, sığınacak bir liman arıyor. Fakat imtihan dünyasında bize düşen, iyi ve güzel günlerin geleceğine inanarak yürümektir.

Lakin mesele, sadece iyi olacak diye kendini avutmak değil, iyi olacağını bilerek ilerlemektir. Asıl mesele, yağmur duasına şemsiye ile gitmektir. İyi olur zaar derken, puslu bir gecede karanlık sokakta oturup çaresizce beklemek değil, aydınlığa doğru adım atmaktır.

Ve her şeyin elbet daha güzel olacağını bana müjdeleyen şu ayet, umudumu hep diri tutuyor: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer Suresi, 53. Ayet)

İşte bu yüzden, her olumsuzluğun ardından son söz olarak hep aynı cümle dökülüyor dudaklarımdan: “İyi olur zaar!”