Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Aralık 2024

Post/Modernlik üzerine

Türkiye başta olmak üzere müslümanların içinde bulundukları psikoloji giderek Batı’ya bir teslimiyet noktasına gelmiş gibi görünmektedir. Bilhassa yeni nesli yokladığımızda bu durum daha belirginleşmiş bir manzara arz etmektedir. Gençlerin bir arayış içinde oldukları kesin. Fakat bu arayış sonucu kurdukları irtibatlarını belki iyi anlamak lazımdır.

Öncelikle içinde yaşadığımız çağı meydana getiren bileşenlere ve onların özelliklerine dikkat çekmeliyiz. Bunlardan ilki, tüm dünyada modernlik ve postmodernlik iç içe bir süreç olarak devam etmektedir. İslam dünyası ve özelde Osmanlı modernlikle kurduğu ilişkide gerçekten ilk başlarda ciddi tartışmalar yapmışlardı. Daha da önemlisi Batı karşısında bir yenilmişlik duygusuyla birlikte, bu sorunu nasıl aşacakları konusunda bir dert sahibi idiler.

1980 ve 90’lı yıllarda bile bu mentalite ve sorunların “İslam” ile aşılabileceğine dair özgüven devam etmişti. Fakat bugün gelinen noktada, Batı ile müslüman dünya arasındaki ilişki ve koşullarda üst düzeyde bir değişim olmamakla birlikte, paradigmaya güvenin kaybolduğunu görebilmekteyiz. Hiç şüphesiz bu durum 2000’li yılların başından itibaren 21. Yüzyılın ilk çeyreğine girmeye hazırlanan zaman aralığında müslümanların ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel tecrübelerinin de bir sonucudur.

Elbette bu dönemde gelişmeler olmuştur. Fakat kastettiğim 1990’larda bile “islam”ın toplum içindeki nüfuz ve geleceğe dair içinde barındırdığı umut, bugün reel olarak zayıflamış görünmektedir. Belki de bu sebeple genç neslin içinde bulunulan koşullardan kurtuluşu post/modernliğe bağlanmakta bulması söz konusudur. Bireysel kurtuluş da büyük oranda Batı ülkelerine gidiş şeklinde tecessüm etmektedir. Bu bağlamda müslümanların kendi paradigmalarına güvenlerinin aslında zayıfladığı anlaşılmaktadır. Bilhassa gençlerin kendi geleceklerini ne oranda islam ile irtibatlı biçimde projeksiyonlandırdıkları sorusu etrafında iyi düşünülmelidir.

İçinde yaşadığımız çağın bileşenlerinden birisi de küresel ilişkiler ağını ifade etmesidir. Bu, bir yandan dünyanın birbiri ile daha iç içe geçmesi, diğer yandan buna bağlı olarak dünyanın büyüyerek insanın içinde bir güvensizlik ve belirsizliğe doğru gidişidir. Fakat bu süreçle ilgili önemli zikredilmesi gereken mesele kapitalizmin hakimiyetini artırması ile teknolojinin egemenlik kurarak bir hegemonya kazanmasıdır.

Belki bugün insanları gündelik hayatlarında en fazla büyüleyen şeylerden birisi tüketim ve hazdır. Bunlarla başa çıkabilecek müslümanların bir donanımı henüz mevcut görünmemektedir. “Bunlarla başa çıkabilecek” derken daha çok bir paradigmal bakışın bugünün diline çevrilmiş teorisini kastetmekteyim. Aslında İslam’ın Hz. Adem’den (AS) bu yana devam edegelen bir gelenek olarak her dönemi dolayımlayacak ve kapsayacak bir paradigması tabii ki vardır. Fakat bu, bugünün diliyle ortaya konulmuş değildir. Bugün mevcut durumda İslam adına anlatılanlara bakacak olursak, bu dil birkaç yüzyıl gerilerde dolaşmaktadır.

Tüm bunlar müslümanların post/modern duruma bakışlarını belirlemektedir. Bir kısmı bunları zaten teorik ve gereksiz tartışmalar olarak görmektedirler. Halbuki Batı’da tüm bu süreçlerin başından itibaren bir felsefi zeminden hareket ederek kurulmuş olması söz konusudur. Elinizde tuttuğunuz bir teknolojik ürünün, bir paradigmaya ve felsefeye referansı bulunmaktadır.

Bu durumu çok geniş bir açılımla okuduğunuzda karşınıza post/modern durumun felsefesi ve mentalitesi çıkacaktır. Öyle ki, “insan”ı yeniden yaratmaya çalışan bir bakış açısı söz konusudur. Fakat müslümanların teknolojiyle bağları, daha çok “sahip olmak” üzerine kurulu görünmektedir.