Dolar (USD)
35.48
Euro (EUR)
36.25
Gram Altın
3032.63
BIST 100
9733.17
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Aralık 2024

​Meritokrasi: Emaneti Ehline Vermek

Meritokrasi bir yönetim biçimi değildir. Bir ideal, bir amaç ve muhtemelen hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan bir ütopyadır. Tıpkı hiçbir hayalin, hayalin kendisi olmaması, en mükemmel haliyle onun kıyısına yaklaşabilmesi ve ama hiçbir zaman o kıyıdan içeri girememesinde olduğu gibi… Ne dün ne bugün onu kimse gördü ne de yarın görecek. Liyakat ışık, liyakatsizlik karanlıkla ilgilidir. Yayılma hızı daha yüksek olsa da ışık karanlığa her zaman mesafelidir, hatta onun bulunduğu yere uğramaz. Liyakat liyakatsizliğe göre konumlanmaz, onun aldığı biçime göre kendini ayarlamaz, rengini, biçimini değiştirmez. Yerçekimi, doğası gereği ışığı ha bire aşağı çekmeye çalışırken derinlerindeki karanlığı yukarıya püskürtmekten keyif alır. Sonuç olarak malzemesi toprak ve çamur olan her inşa hareketi birinci derecede insan ile gök arasındaki ilişkiyi koparmaya, insanı gökten uzaklaştırmaya yönelik bir içgüdüyle hareket eder.

Meritokrasi insanın beşerileşme sürecinin bir ürünü olarak Batı’da aristokratik hegemonyayı ortadan kaldırmanın en organize halidir. Siyasal sistemler beşerileştikçe beşerin yeteneklerine, emeğine, iş yapma becerisine yapılan vurgu yaygınlaşmış ve liyakat içeriden dışarıya hareket eden, dolayısıyla katıksız bir güç olarak kullanıma sokulan bir değere dönüşmüştür. Irk, renk, cinsiyet, nepotizm, ideolojik ayrım gibi çoğunluğu kazanılarak değil, kapalı devre sistemlerle bugünden geleceğe aktarılan ögeler üzerinden elde edilen statüler meritokratik anlayış geliştikçe geri çekilmek zorunda kalmış, sadece işlenmiş, emek verilmiş ve işlevlendirilmiş yetenek bir insanın statüsünün belirleyicisi olmuştur. Yeteneğin diğer hepsini susturduğu, bulunduğu yere kilitlediği ve liyakatin parlak ışığının toplumları aydınlattığı bu ideal aynı zamanda insanlık tarihinin ilerleyişinin yahut geri çekilişinin de anahtar kavramlarından biridir. Geçmişten bugüne bakıldığında “kayıp aydınlanmanın” da içinde yer aldığı bütün aydınlanma süreçleri bilinçli veya bilinçsiz, geçici meritokrasilerin diğer bütün yönetim biçimlerine üstün geldiği dönemlerdir. Bu sebepten de toplumun en küçük organizasyonu olan aileden başlayarak en büyük organizasyonu olan devlete kadar uzanan çizgideki kısa aralıklı bütün ışık sızıntıları “liyakat”e, yani meritokrasiye yapılan vurgular sayesinde görünür olmuş; toplumların huzur ve refah içinde yaşadığı dönemlerin mutlak gerekçesi de “liyakat” olmuştur. Bunun tersine, güç, en tepeden başlayarak ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, ideolojik saplantı ve akrabacılık üzerinden temellendirildiğinde ise geri çekilme, büzüşme, yozlaşma ve kirlenme kaçınılmaz hale gelmiştir. Sefalet liyakatsizliğe, bereket ise liyakate dairdir. Dolayısıyla liyakat gücünü mutlak surette yetenekten almalıdır; bunun dışındaki her şeyi elinizin tersiyle ittiğinizde daha güzel bir dünya kurabilirsiniz. Ancak ve sadece liyakat insanı ve insanlığı içine düştüğü bu amansız bataklıktan kurtarabilir, bu uçurumun üzerine köprü kurabilir, bu adayı yaşanır kılabilir. Ve ama bunun bir ütopyadan ibaret oluşu da çağımızın bir başka çelişkisidir.

“Emaneti ehline veriniz” bir meritokrasi manifestosudur; unutulmuş, üstü örtülmüş veya en azından zahiren anlaşılmış bir umdedir. Ve o manifestonun içeriği doğrudan doğruya “ehil” dışında kalan ırk, cinsiyet, renk, ideoloji, akrabalık gibi bütün partnerleri dışarıda bırakır, elinin tersiyle iter, hatta belki de onları yüksek perdeden tel’in eder. Bu söz, insanlık tarihinde dile getirilmiş en evrensel hakikatlerden biridir. İnsanı hayvanca yaşamaktan kurtarıp insanca yaşamaya davet edişin en özlü sözüdür. Gelin görün ki sözün söylendiği dönemden sonra genel kabul gördüğü, uygulamaya konulduğu neredeyse hiçbir toplumsal yapı yoktur, olmamıştır. Çünkü “ehil” hiçbir zaman “yetenekle” ilişkilendirilmemiştir; tersine, yeteneğin derisinin altına hiç uğramadığı kişiler kendilerini ehil olarak görmüş, gördürmüştür. Zenginliğin yozlukla kurduğu ilişki buradan nemalanır. Sonradan görmüşlüğün snoplukla kurduğu ilişki buradan ilham alır. Işık hızı zenginliklerin fakirlerden çalınanlarla kurduğu imparatorluk ilişkilerinin durduğu yer de burasıdır. Her nerede zenginlerin yoksullardan daha itibarlı olduklarına yönelik bir vurgu varsa, her nerede zenginler aşağılanıyor, hırpalanıyor, eziliyorsa orada ehil de meritokrat da yoktur. Her nerede statü ile maddi mülkiyet arasında doğrudan bir bağ varsa orası yozlaşmanın doruk noktasıdır. Geriye kalan bütün günahlar ondan sonra gelir. Cehennemi neden orada, uzakta, ölüm sonrasında arıyoruz ki? Eğer bir toplumda ehil olanlar, yetenekliler, ahlak sahipleri gücün ucuna, en uzağına itelenmiş; buna karşın ehliyetsizler, yeteneksizler ve ahlaktan yoksun olanlar onun kucağına oturmuşsa ve geriye kalan insanlar da bütün bunları seyrediyor, sadece seyrediyor ama hiçbir şey yapamıyorsa cehennem orasıdır. Nitelikli olanın değil kendisini nitelikli gösterenlerin iş yaptığı bir dünyada hayat sadece gösteriden ibaret olur.