Oruç, soylu suskunlukların ibadetidir. Unutulmuş dünyanın önce kaybedilmesi, sonra yeniden ama coşkuyla bulunmasıdır. Sevdiğimiz bütün şeyler bayramda yeniden ortaya çıkmak, bulunmak için saklanır oruçta. Açlık ve susuzluk üzerinden bedeni mecalsizleştiren şey, onu yeniden kuvvetlendirir iftarla. On bir ay boyunca insan ruhunu paçavraya çeviren, benliğinin elinde oyuncağa dönüştüren kötülük, hırs, kıskançlık, acımasızlık, merhametsizlik önce rengini yitirir, sonra büsbütün soluklaşarak varoluşun önemsiz bir ayrıntısına dönüşür. Kağıtlar yeniden karılır bir anlamda. Oyunun yeniden başlaması için bir fırsat verilir insana. Kainat yaratılmadan önce ne idiyse o olunur. Başa, başlangıca dönülür. Bir niyet, bir arzu, bir heves ve en nihayetinde bir varoluş kımıltısı oruç üzerinden insanı başlangıca çeker, bir süreliğine orada eyleştirir, sonra her neredeyse oraya, ama dönüşmüş olarak iade eder. Bir çocukluğa dönüş hamlesidir bu yönüyle oruç. İyi ile kötünün arasındaki farkın ilk hissedildiği yerdir. Doğru ile yanlışa çizgi çekildiği, iradenin doğruya bakarken ayakların eğriyi gösterdiği, bu ikisinin kavşak noktasındaki alacakaranlık toprağıdır. Hayat ile ölüm arasındaki keskin çizginin göründüğü, hayatın ölümü, ölümün hayatı imlediği yerdir. Bir aynadır oruç bu yönüyle geçmişe, şimdiye geleceğe tutulmuş; deriyi yumuşatarak bedenin koridorlarını geçip ruhun en mahrem yerlerine vardıran, en uzak duygulurı bile gördüren, dur diyen, durak diyen, bak diyen, çık diyen karanlıktan…
Tıpkı şiir gibi oruç, sesleri yumuşatarak hayatın olağan akışını berrakça temaşa eyleyişin imkanlarını sunar. Kalabalıklar buharlaşır, gürültüler uzaklaşır, bir başına kalırsın koca dünyanın içinde. Şair nasıl şiirine başlamadan önce kendini toplumdan soyutlar, seslerden, gürültülerden, tatlardan, kokulardan vazgeçer, hayatın dar kapısından geçip şiirinin geniş vadisine ulaşmak için bunları geride bırakırsa oruçlu da bütün bunlardan yüz çevirerek hayatın anlamını yeniden kavramanın potansiyel adayına dönüşür. Gün boyu var olan, emrine amade kılınmış olan, orada, öylece durup emredilmeyi bekleyen sesleri, kokuları, tatları, dünyevi zevkleri elinin tersiyle iter, insan olur. Yapabildiği halde yapmamayı öğrenir, bakabildiği halde yüz çevirmeyi talim eder. İnsandır çünkü, sadece insan “bunu yapabilirim, yapmaya gücüm var ama irademi kullanarak yapmayacağım” diyebilen tek canlı kategorisi. Oruç iradenin bütün iplerini insanın eline verir. Yumuşak sesle konuşun beyler, gürültüye mahal yok. Güzel bakın, güzel görün beyler, çirkinliğin, kabalığın lüzumu yok. Birbirinizi sevin-sayın beyler, hayvanlığın lüzumu yok. Durun, yavaşlayın beyler, aceleye mahal yok. Ölüm var beyler, hayata asılmaya gerek yok… Önce yavaşlar, kendiyle hayat arasındaki kapıları kapatır, sonra durur, kendi içindeki yolculuğuna başlar oruçlu da şair gibi. Bu oda, bu sessiz, kokusuz, tatsız, renksiz, görüntüsüz Ramazan odası sesleri, kokuları, tatları, renkleri, görüntüleri unutturarak, yorgunluk imgelerini uyutarak yeniden parlatmanın odasıdır. Şaire içeriden, ilham perisinin fısıltısıyla haber verilir sürenin ne vakit dolup dolmadığı; yorgunluk, atalet, karmaşa bardağının ne kadarının boşalıp boşalmadığı… Çünkü içinde bir damla tortu kalsa bile bardağı yeniden ama temizcesine doldurmak mümkün değildir onun için. Ve oruçlunun vakti ise Yaratıcısı tarafından belirlenmiştir: Bir ay… İnsan bedeni ve ruhu önceki on bir ay boyunca içine aldığı ne kadar biçimsiz, gereksiz, fazla, kaba saba, ağır, hantal şey varsa hepsini atar. İçeride başlayan arınma dışarıya varır, yeryüzünü dolaşarak ulaştığı bütün yerlere tazelik aşılar böylece. Şair karanlık odasını kelimeleri daha yakından görmek ve onlardan duygu sarayları inşa etmek için, oruçlu ise Ramazan’ı eyleyişlerine daha dikkatle bakmak ve oradan harika bir karakter yükseltmek için kullanır.
Şairin bayramı şiirdir. Bütün o yalnız kalmalarını, bütün o iç çatışmalarını, bütün o açmazlarını büyük bedeller ödeyerek paranteze alır ve şiirle gün yüzüne, insan arasına yeniden çıkar o. Dünyayla arasındaki gevşeyen sınırları yeniden sıkılaştırır, berrakça, belirgin biçimde çizer şair. Aslında her şiir şairin hayat orucundan geçerek içindeki “dünyayı olduğu gibi görmeyi engelleyen çıkıntıları” törpülemesinin eseridir. Bir dünyaya doğrudan bakma, bir eşyayı yeniden sevme, bir kabalığı yeniden dünyanın öteki tarafına, görüş hizasının çok uzağına fırlatıp atma eylemidir şiir. Şair bu haliyle soylu suskunlukların büyük ustasıdır. Belki de şiirlerin dünyasının, üzerinde yaşadığımız dünyadan çok daha güzel, çok daha huzurlu olmasının sebebi budur, kim bilir? Oruçlunun bayramı da böyle değil midir? Kıyafetler kadar tenler, tenler kadar ruhlar da ak pak hale gelmez mi? Sesler bile yıkanmış değil midir bayram sabahları, bayram namazı dönüşlerinde?.. Gözlerdeki ışık dünyayı yeniden başlatmaz mı bayram sabahlarında? Kalplerdeki merhamet yeniden olduğu yere dönmez mi? İnsanı insana, hayata, Yaratıcısına bağlayan bütün köprüler bir daha kurulur bayramla ve o da varlığını oruca borçludur. Oruç hayatın, bayram orucun şiiridir. Ve oruç tutan insan şairin ta kendisidir.