Dolar (USD)
35.39
Euro (EUR)
36.29
Gram Altın
3060.11
BIST 100
9910.61
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kendin(i) bulmalısın

1970’li yıllardan itibaren özellikle köyden şehre göçleri ve şehre adaptasyon sürecini anlatan filmlerde, göçmenlerin henüz tanımamaktan ve yeni kültürel çevreye adapte olamamaktan kaynaklanan “kandır(ıl)ma” işlenen temalardan birisidir. Köprüleri, saatleri satma hikayeleri de buradan üretilmektedir.

Şehre iner inmez insan kendisine yardım etme vadiyle yaklaşan kişilerce kandırılır. Parasını kaptırır. Hemen ardından birisi de bu hikayeyi dinleyip dürüst ve adil olduğuna dair gösteriş ve söylemlerle o insanı tekrar çarpar. Ta ki o insan kimseye kanmamasını ve işlerini kendisine inanarak yapması gerektiğini öğreninceye kadar.

İşin aslı bu kandırılma hikayeleri hiç bitmez. Bunun ilk sebebi, ülkelerde henüz göç konusunun devam eden bir olgu olması ise, ikincisi de, kısa yoldan köşeyi dönme gibi hırslara sahip insanların toplumda epey bir yekün teşkil etmesi. Hele dijital çağla birlikte “yatırım” adı altında kişilere sunulan imkan(sızlık)lar ile birlikte bilhassa gençlerin “prekarya” tutumlarının baskın oluşu.

İnsanlar şu anda uzun süreli emekler vererek hayatını devam ettirme anlayışından giderek uzaklaşıyorlar. Hayatın hızlanmasının en önemli göstergelerinden birisi de çabuk kazanmak ve onu derhal harcamak. Dikkat ederseniz birçok iş sektörlerinde çalışanların da portreleri çabuk değişiyor. Hayatına, işine, aileye vb. çokça emek harcayarak bir inşa yapmak yerine, “gittiği yere kadar” mentalitesi daha çok işliyor.

Tabii ki bu zamana kadar bilhassa küresel postmodern sistemin verdiği imaj, dünyanın giderek daha iyi olacağı ve geriye gidişin mümkün olmadığı. Doğrusu modernite ile birlikte kitlelere dikte edilen “ilerleme” düşüncesi, hele bir de teknolojinin imkanları ile birleşince her bakımdan ileri bir durum yaşanacaktı. Bilhassa gençler 2000’lerin başlarından itibaren ellerine tutuşturulan makinelerle geriye gidişin imkansızlığına iman etmişlerdi. Hatta bu iman hala devam etmektedir.

Bugünkü küresel postmodern dünya sistemi, insanlar arasında büyük bir adaletsizlik yaratırken, geniş kitleleri kendi oluşturduğu “marabalık” sistemine dahil ediyor. Herkesi kamuya çıkarıp çalıştırırken günün sonunda dünya sistemi kitlelerin ellerine tutuşturduğu paraları tekrar sistemin içine almanın hesapları peşindedir. Öyle ki, dünya ölçeğinde geniş kitleler karınları yarı aç yarı tok, cepleri tamtakır, borçlan(dırıl)mış bir vaziyette ancak ellerinde tuttukları makinenin mutluluğuyla gülücükler saçıyor. Hatta bu yaşam tarzını giderek içselleştirmiş görünüyor. Böyle bir hayatın aslında maddi ve manevi olarak kendisine maliyetinin ne kadar yüksek olduğunu düşünmüyor. Kitleler 1984 vari yöntemlerle retoriğin dayanılmaz cazibesi içine kendilerini bırakıyorlar.

İşte tam da bu noktada, içinde yaşadığı küresel postmodern dünya sisteminin olumsuzluklarından kurtulunması gerektiği gibi belirli belirsiz bir fikre sahip olduğunda, bunu kendi olarak ve kendini bularak değil, birilerine havale ederek çözmeye çalışıyor. Esasen birçok insan yaşadığı hayatta ve dünya sisteminde bir problem de görmüyor. Bu hayat öyle bir kültür oluşturmuştur ki, buna dair entelektüel uyarıları insanlar kendilerine “kötülük” yapılıyor diye düşünüyorlar. Hasılı rüyalarından uyanmak istemiyorlar.

“Seni kandırmışlar, ben senin problemini çözerim” diye yaklaşan bir başkasına bu sefer vekaletlerini teslim edip bir başka vesayete giriyorlar. İnsanlar postmodern küresel dünya sistemi tarafından öyle kuşatılmış haldedirler ki, buradan ancak “kendin(i) bulmak” yoluyla çıkabilirler. Herkes kaderini sahiplenmelidir.