​Bugün Müslümanların İslami olanın neliği konusunda zihinlerinin çalışma biçimi büyük oranda İslami görüntülerdir. "İslami" olarak nitelenmiş elbiseler, sözler hatta önemli oranda semboller daha öne çıkmış görünmektedirler.

Bugün Müslümanların İslami olanın neliği konusunda zihinlerinin çalışma biçimi büyük oranda İslami görüntülerdir. “İslami” olarak nitelenmiş elbiseler, sözler hatta önemli oranda semboller daha öne çıkmış görünmektedirler. Semboller bilhassa kalabalıklar nezdinde “İslami” olanı garanti etmeye yetmektedirler. Bu durum bir müddet sonra “insan” ile “İslam'ın birbirinden ayrışarak yabancılaşmasına sebep olmaktadır.

Bu durumda İslam nedir sorusunun cevabını tekrar hatırlayalım. Kimilerine göre İslam denilince bir kurallar manzumesi akla gelmektedir ki, onlar her halükarda bu oluşmuş kuralları öne sürmektedirler. Kimilerine göre İslam, ibadetler ve mükellefiyetler olup bunların yerine getirilmesinden ibarettir. Öyle ki, Müslümanlardan bir kısmı temel hedefi ıskalayarak şekillere odaklanmaktadır.

Bir kısım Müslümanlar için ise İslam ölümden sonraki hayat olup, bu dünya tamamen değersizleştirilir. Elbette âhiret hayatı ebedi olup dünyadan önemlidir. Fakat insanların eline âhireti tutuşturup bu hayatı atla(t)mak ne derece doğru bir tavırdır? Çünkü ahiret bu dünyada kazanılmaktadır. O zaman insanın önce buradaki hayatını sağlıklı bir şekilde yaşaması gerekmektedir.

İslam, her şeyden önce insanın eşya, evren ve insanla nasıl ilişki kuracağına dair bir öneridir. Öneridir dememizin temel sebebi, diğer birçok din ve ideolojilerin de bu konuda birer öneri olması sebebiyledir. Elbette bunlar arasında benzerlikler olması söz konusudur; fakat en temelde paradigmal olarak geliştirilen perspektif, bu önerinin muhatabı olan insanın dünyadaki konumlandırılması ve yaklaşımlarını da belirlemektedir.

Bunlara bağlı olarak İslam bir yaşam tarzı geliştirmektedir. Bu yaşam tarzı, bir yandan teorik arkaplanı (akide) insana perspektif sağlarken, diğer yandan ibadetler ve yükümlülükler ile (ibadet ve muamelat) bir yaşam tarzı geliştirmektedir. Kur’an-ı Kerim’in anlatımında bir yaşam tarzı sunan şeyin adı dindir. Fakat din dediğimiz olgunun muhatabı insandır ve aslı itibarıyla yöneldiği hedef te insandır. Bunun anlamı; bir ideoloji, dinin dolayısıyla İslam’ın “insani” olanı her zaman dikkate alması gerektiğidir.

Hz. Adem’den (AS) bu yana peygamberlerin öğrettikleri dinin adı İslam’dır ve hepsinin ortak paradigması Tevhiddir. Tevhid, Allah’ın birliğine vurgu yapan bir kavram olmakla birlikte, insanın diğer insanlar önünde “kul” olmaması; haysiyetini ve onurunu koruyabilmesi için hayatında tek bir mutlak varlığın bulunması demektir. Bunun anlamı; aynı zamanda insanın onur ve haysiyetini koruyabilmesi için ekonomik yönden kendisine yeterliliği, güvenliğinin sağlanmasıdır. Emeğinin değerli hale gelmesi, başkasına muhtaç olmamasıdır. Fakat Müslümanlar emek başta olmak üzere birçok değeri İslami açıdan hiç önemsememektedirler.

Bütün peygamberler dini tebliğ ettiklerinde, orada ilk önce toplumun zayıfları Ona tabi olurlar. Çünkü din aynı zamanda onlar için toplumsal statüdür, gelecek inşasıdır, toplumdaki imtiyazların dağıtılması, insanların eşitliği ve adalettir. Hz. Peygamber (SAV); Hendek savaşı öncesinde hendek kazarken sert kayaya rastlayınca, kayayı üç seferde kırmış ve ardından her bir darbede Bizans, İran ve Yemen’in anahtarlarının müjdesini vermiştir.

Bazıları İslam’ı sadece maneviyatla özdeşleştirmek istiyorlar. Halbuki maddi ve manevi olanın dengesidir İslam. İslami söylem buyurgan bir tarzda insaniliği atlamak değildir. İnsanlara yukarıdan bakmak değildir. İslam; ölümden önce de hayat demektir ve insanlara bir madde ve mana dengesiyle bir “hayat” sunabilmelidir.