Tarihin farklı dönemlerinde insanlar varoluşsal sorunlarla karşı karşıya gelmişlerdir.
Tarihin farklı dönemlerinde
insanlar varoluşsal sorunlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Hiç şüphesiz bu
sorunlar kendi dönemlerinin bilgi ve kültürleri çerçevesinde olurken, onunla
başa çıkabilme yöntemleri de yine bu sınırlılıklar içerisinde olmuştur. Fakat
insanın varoluşsal sorunları, özünde insanın bizzat varoluşuna, bu varoluşun
temellerine yönelik meydan okumalarla kendisini göstermektedir. Bu açıdan
sorunun merkezinde değişen çok farklılıklar olduğu kanaatinde değilim.
Günümüzdeki varoluşsal
sorunları birkaç boyutlu olarak analiz edebiliriz. Birincisi, Makineler ve
robot teknolojisi insan hayatına o kadar yoğun bir şekilde girmiştir ki, burada
hem insanın fonksiyonu hem de insanın makineden nasıl tefrik edileceği
birbirine karışmaya başlamıştır. Bunun önemli sonuçlarından birisi insanın
makineleşmesi ya da makinenin insanın yerine ikame olmasıdır. Descartes’ın
“makineler düşünebilir mi?” sorusundan başlayarak modern dünyanın bugün geldiği
nokta insanın ve hayatın giderek mekanikleşmesidir.
İkincisi, özellikle son
zamanlarda oldukça hızlanan teknolojik ve tıbbi gelişmelerin yarattığı
sonuçlardır. Teknolojik gelişmeler insanın hayatını hızlandırıp kolaylaştırıcı
bir rol oynamakla birlikte, son kertede bu gelişmelerin insanın iradesine
yönelik tasallutları üzerinde durulmalıdır. Bilhassa yapay zeka teknolojileri
ile birlikte insan için hayat iradenin dışarıda bırakılarak algoritmik
tercihlere doğru dönüşmesidir.
Geçen yüzyıldan beri yazılan
distopyalar büyük oranda insanın iradesizleştirilerek “büyük birader”
tarafından yönetildiği kitlelere dönüştürüldüğü durumları anlatmaktadır.
Orwell’in “1984”ünde Winston nihayetinde “rıza”sı ile sisteme “credo”sunu
sunar. Post/modern durumun tam da böyle bir rotada işletildiği bugün iyi
anlaşılmalıdır. Çünkü artık direnç sağlayacak insanlar eblehleştirilmiş
kitlelere dönüştürülerek piyasa için uygun hale getirilmektedir.
Peki burada varoluşsal sorun
nerededir? Belki de birçok insanlar sadece işlerin kolaylaştırılmasına bakarak
burada sorun bile görmezler. Ancak insanı insan yapan unsurların başında onun
düşünebilmesi ve irade edebilmesi gelir. İnsanların makineleşmesi, iradesizleştirilmesi
ona karşı bir meydan okumadır. Harari’nin 21. Yüzyıl için 21 Ders” kitabında
analiz ettiği konuların başında bu gelmektedir.
Fakat bu mevzu Müslümanlar
arasında sorun edilmiş görünmemektedir. Hatta büyük oranda dijital hayatın
getirilerine nasıl adapte olunacağı konusundaki çabalar daha belirgindir.
Doğrusu en başta “din”i zaviyeden bu iradeye meydan okumalar değerlendirilmelidir.
İradenin sonucu oluşmayan bir iman din açısından sorunludur. Yine insanın
iradesine yönelik bu tasallutlar, onun yükümlülüğü ve ahlakiliğini ciddi bir
sorun haline getirmektedir.
Tıbbi gelişmeler konusunda
da epey yol alındığı anlaşılmaktadır. Burada tıbbın insan bedeninin daha
sağlıklı kılınması noktasında bütün gelişmeler tabii ki itiraz konusu değildir.
Fakat iki nokta ciddi bir sorunsala dönüşmüş görünmektedir. Birincisi,
nörobiyolojik yöntemlerle insanın yönlendirilebilir, üzerinde egemenlik kurulabilir
bir varlık haline getirilmesi. Zaten uzun süreden bu yana insan üzerinde egemen
olma ve onu piyasa koşullarına adapte etme noktasında sosyal bilimler bir
işlevsellik kazanmıştır.
İkincisi de, “chip”lerle
insan hastalıklarının önceden tespitle tedavi edilmesi, beraberinde insanın
kontrolünü de getirmektedir. Zaten pandemi döneminde global kontrol sisteminin
örnekleri yaşandı. Tüm bunlar ise tekrar insanın özgürlüğü problemini faş
etmektedir.
İşin ilginç tarafı,
insanların tüm bu süreçleri bir özgürlük problemi olarak algılamamasıdır. Eline
tutuşturulan “makine”lerin büyülü dünyasında özgür olduğunu zannetmektedir.
Eric Fromm’un tabiriyle “özgürlükten kaçmak”tadırlar. Halbuki bir bakış
geliştirerek Aliya”nın tabiriyle “özgürlüğe kaçış”ın imkanlarını üretmesi
gerekmektedir. Bugün varoluşsal sorun; “insan olmaklığımızı korumak”tır.