Her kadın ille de bir işte çalışmalı, öyle mi?
Kadın istihdamı oranı arttıkça, nüfus artış oranı düşer.
Bu dünyanın her yerinde böyledir.
Malûm Aile Yılı’ndayız.
Devlet’in Zirvesi’nden sokaktaki vatandaşa kadar herkes,
nüfus artış hızının dibe çakılmasından şikâyet ediyor.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın isabetle ifade ettikleri üzere, “varoluşsal tehdit” bu.
Bir başka ifadeyle, “yokoluşsal” tehdit!
Beka meselesi…
“Nüfus” tehlikede
olursa “nüfuz” da tehlikede
olur, yine Sayın Cumhurbaşkanı’nın
ifadesiyle.
Memleketimizin etkinliği azalır yani.
İddialarımızın önemli bir bölümünü kaybederiz.
Mesele, nüfusun niteliği meselesi…
Nüfus artış hızı, bizdeki gibi dibe çakıldığında, memleket
hızla yaşlanır.
Memleket iyice yaşlanırsa da…
Ülke savunmasından, sosyal güvenlik alanına kadar…
Allah muhafaza…
Gör başına neler gelir!
Bir önceki Aile Bakanı, “Yaşlanmanın en hızlı olduğu Kıta
Avrupası’ndan bile 4-5 kat hızlı yaşlanıyoruz.” demiş, Avrupa’nın 100-120 yılda
yaşadığı yaşlanmayı Türkiye’nin 20-25 yılda tamamlayacağına işaret ederek, ne
yapılması gerektiğini kendince şöyle ortaya koymuştu:
“Dolayısıyla
önümüzdeki süreçte huzurevlerine, yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezlerine
daha çok ihtiyacımız olacak!”
Ne güzel bir çare, huzur (!) evleri ile yaşlı bakım ve
rehabilitasyon merkezlerinin sayısını arttırmak.
Bu konularda özel sektör de, daha fazla teşvik edilir ve
hepimiz, kendimizi “ileri yaşlarımızda” yaşlı
bakım ve rehabilitasyon merkezlerine “bırakılmaya” hazırlamış oluruz.
Tabii bunun bir de “kreş”
tarafı var.
Doğurganlık, Sayın
Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “varoluşsal”
yani “yokoluşsal” tehdit oluşturacak
kadar dibe vursa da…
Bu sıkıntılı ortamda dünyaya gelmelerine vesile olunan
çocuklarımızın çoğu, kreşlere gönderilir mecburen.
Beni “iki yaşındayken”
götürüp “yuva” denilen yere bırakan annem ve Rahmetli Babam’a gönül
kırıklığım vardı.
O zamanlar, bunlar istisnai durumlardı.
Her bin bebekten ancak üçünün, beşinin başına gelendi benim
yaşadıklarım, bana yaşatılanlar.
Şimdilerde, bu “teamül” haline geldi, yani hem
anne, hem de baba çalıştığı için,
hemen her “ailede” durum böyle olduğu için…
Bir, iki, üç…
Artık kaç çocuk yapılıyorsa, hepsi “yuva-kreş” denilen
yerlerde büyüyecek…
Ya da, evlerdeki bakıcı karşılayacak “anne” ihtiyacını.
Ben, anne-baba sevgi ve şefkatinden mahrum bir şekilde
büyümemin acısını, bugün bile hissediyorum yüreğimde.
Her mutlu çocuğa, hayatına imrenerek, hatta iyice
çocuklaştığımda “kıskanarak”
bakıyorum.
Etrafım biraz geçimsiz ve huysuz olduğumu söyler.
Haklılar, arıza kaldı işte geçmişten.
Rabbim korudu, kötü yollara düşmedim, “normal şartlarda” kuvvetle muhtemel düşebilirdim.
AİLE konusuna büyük hassasiyet göstermemde, yaşadıklarımın,
yaşayamadıklarımın etkisi büyüktür herhalde.
İnsanın neresi ağrırsa canı orada olurmuş.
Bir milyon “kadın”
bakıcı, bir annenin evlâda verdiği “sevgi ve şefkat” duygusunun milyonda birini
veremez.
Bir milyon “erkek” personel,
bir babanın evlâdına verdiği “kendini
güvende hissetme” duygusunun milyonda birini veremez.
İnsanın, küçük yaşta anne ya da babasını, her ikisini
kaybetmesi çok acı verici durumlardır. Anne ve babası hayatta iken onlardan
mahrum yaşamak, yaşatılmak da öyledir.
Şimdilerde, huzur(!)evleri ve kreş sayısı arttırılıyor…
Çalışan kadınlara
“doğum yapmalarını teşvik” için ilâve güzellikler devreye alınıyor
Bakalım, kadın istihdam oranının hızla arttırıldığı, bunun
hedef olarak konulduğu bir ortamda, nüfus işleri nereye varacak?
Birileri diyor ki…
Her kadın ille de çalışmalı!
Her kadın istihdama katkı sağlamalı!
Her kadın ille de eve para getirmeli!
Kadın mesela sabahın 7'sinde yollara dökülüp, akşamın
7'sinde, 8'inde evine ulaşabilmeli...
Dönüş yolunda bebeği, çocuğu “yuva” (!)dan almalı ya da
evdeki “bakıcı”dan devralmalı!
Biraz sevmeli.
Sonra, Allah ne verdiyse, yemek hazırlamalı.
Bebeği ya da çocuğu uyutmalı.
Yorgun argın halde…
Yorgun argın kocasıyla birlikte, televizyonun karşısına
geçmeli.
Gözler gitmeli, uykuya dalınmalı.
Sabahın 6’sında işlere gitmek için hazırlanmaya başlanmalı.
Yine işe gidilmeli…
Akşam yine eve gelinmeli.
Hafta sonları da, ev temizlenmeli…
Ya da “temizlikçi” tutulmalı!
Böyle hayatlar, hemen herkes için…
Hemen her aile için…
Kimi zaman mecburen mecburiyetten, kimi zaman kariyer yapma
isteğinden.
Şimdiki erkeklerin büyük bir bölümü, “hayat müşterektir” gerçeğini, “Kadın
da eve para getirmeli, geçime katkıda bulunmalıdır!” olarak alıyor ve
kadına bu sorumluğu yüklüyor.
Evet hayat müşterektir ama, kadının evinin geçimini
üstlenmek, eve para getirmek gibi bir mecburiyeti var mıdır?
“Abi öyle diyorsun
ama, bu devirde iki maaş bir araya gelmezse geçim nasıl olacak? Evlenirken bunu
da hesaba katmayayım mı?”
Al sana bir açmaz!
“Peki kardeşim,
bebekler ne olacak?”
“Abi, zaten olsa olsa bir bebek, bilemedim iki!”
“Üç olmaz mı?”
“Nasıl olsun abi?”
X
Doğru ya, nasıl olsun?!
Sırf geçinemem diye, karısından “para katkısı” bekleyen
birçok arkadaş biliyorum.
Hepsi de, “Abi,
hanımın aldığı bakıcıya, iş gereği yapılan giyecek masraflarına ve diğer
masraflara gidiyor! Hatta her ikimiz de çalıştığımız için normalde
yapmayacağımız başka masrafları da yapıyoruz!” demekte.
Olsun, maksat istihdam olsun.
Kadın istihdam oranı artsın.
Şimdilerde, deniyor ki, yani eskiden de denirdi ama şimdi
çok daha fazla deniyor ki:
“Erkeklere güven
olmaz! Kadın bir işte çalışmasın da erkeğinin eline mi baksın? Ya yarın öbürgün
(afedersiniz) tekmeyi vuru verirse?”
Eyvahlar olsun!
Yuvalara daha kurulmadan “güvensizlik” kurdu düşürülüyor.
Güven yoksa, yuva da yoktur.
Boşanmak da her an gündemdedir!
E, tamam…
Güven yok.
Kadının çalışması bir tedbir, erkeğin muhtemel “keleklerine” karşı bir tedbir!
Erkek kadının, kadın da erkeğin “yurdu” değil de, “kurdu” mu
yâni!
Ben bunları söyledikten sonra, “Evde
çocuklarına bakan, onları güzel güzel büyütmeye, terbiyelerini vermeye çalışan
ev hanımlarının teşvik edilmesi gerektiğini”, mesela evlilikte belli süreyi
aşmış olan “anne”lerin, “isteğe bağlı” sigorta primlerinin tamamının karşılanması
gerektiğini söylediğim zaman, dudak bükülüyor.
Daha çok da ikide bir “evlilik
karşıtı” eylemler yapan, söylemlerde bulunan “feministler” dudak büküyor...
Mesele “çalışma” meselesiyse,
bu memlekete güzel evlatlar yetiştirmek için mücadele veren ev hanımlarından
fazla çalışan yoktur herhalde.
Bir yerde, birilerinin emrinde “maaş” karşılığı çalışan da, ev hanımefendiliğini tercih eden de
saygındır.
Kadın eve para getirmek mecburiyetinde değildir, buna mecbur
edilmemelidir, edilmeyeceği şartlar hazırlanmalıdır!
Bununla birlikte, her kadın ve her erkek, meslek sahibi
olmalıdır.
Benim büyüklerim, ninelerim, dedelerim mutlaka bir mesleğin
ustasıydılar.
Aile büyüğüm kadınların, o hanımefendilerin çoğu, dikiş, nakış,
örgü işlerinde çok ustaydı.
Rahmeti Büyükannem, herkesi hayran bırakacak ölçüde güzel
yemek yapardı; “batı ve doğu
mutfaklarını” çok iyi bilir, muhteşem eserlere imza atardı.
Rahmetli Büyük Halam, hem dikiş-nakış işlerini çok iyi
bilir, hem de çok güzel şiirler yazardı, müthiş tabiat resimleri çizerdi.
Çok zarif süs eşyaları yapabilen, seramik işlerinde usta olan
hanımefendiler tanırım.
Köylerdeki pek çok ev hanımefendisinin de, birer “usta” olduklarını bilirim.
Onlar birer ev hanımıdır; evi de, köyü de, bahçeyi de
çeviren onlardır.
Sabah altı, akşam yedi, ha bire koşturan…
Otobüslerde, minibüslerde “ayakta kalma, kendilerini koruma mücadelesi” veren
hanımefendilerin çoğundan da sağlıklı olduklarını bilirim.
İnsan, evinde
huzurluysa, bebeklerini sağlıklı bir şekilde büyütmenin ruh huzurunu yaşıyorsa,
çok daha üretken, çok daha sağlıklı oluyor.
Ben, bir hanımefendinin, maaş karşılığı bir işte çalışmasa
da bir “mesleğin” ustası olmasından yanayım.
İlle de eve para getirmeye mecbur edilmesine de karşıyım.
“Çalışmasına”
değil, çalışmaya, eve para getirmeye mecbur edilmesine karşıyım!
Kadının belli alanlarda çalışması normaldir, gereklidir amma
velâkin har kadın ille de bir yerde “ücret
mukabili” çalışmalı diye bir yönlendirme ya da baskı da olmamalıdır.
Hiçbir kadın eve para getirmeye mecbur edilmemelidir, teşvik
de edilmemelidir!
Bir kadını eve para getirmeye mecbur etmek, “psikolojik şiddet”tir!
Ve üstelik..
Hani…
Nüfus artış hızındaki çakılmadan şikâyet ediyor ve bu
durumun ne kadar “tehlikeli” bir
durum olduğunun altını çiziyoruz ya hep birlikte…
Öyleyse…
Yazıyı, başladığım gibi bitireyim:
Bir işte ücret karşılığı çalışan kadınların oranı yani kadın
istihdam oranı arttıkça, nüfus artış oranı da haliyle düşmektedir.
Bu dünyanın her yerinde böyledir!