Bir televizyon kanalında “Vatandaş ne diyor?” programı yapan meslektaşım anlattı…

“Ukrayna Rusya Savaşı, Trump’ın iş başına geldiği günden bu yana yaptıkları, Suriye’deki son durum” gibi konularda mikrofon uzattığı vatandaşlardan sert tepkiler alıyormuş.

“Bırak bunları kardeş, bana çarşı pazarı sor; boşanma oranları hızla artıyor, onları sor!” diyormuş görüş istediklerinin çoğu.

 Öyle ki,  “konuya uygun” görüş verebilecek 10-15 vatandaş bulmakta zorluk çekiyormuş.

Bu havayı ben de görüyorum.

Ekranlarda bize sorulanlara cevap veriyoruz.

Belirlenmiş konularda değerlendirmelerde bulunuyoruz.

Bunların çoğu “dış politikayla” ilgili konular.

Dışarıdaki her gelişme elbette Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.

Özellikle yakın coğrafyamızdaki olaylardan bazıları bizim için “beka meselesi” haline geliyor.

Bundan dolayı da bu konular gündemde ağırlıklı olarak yer buluyor.

Bir de  -çok büyük bir sürpriz olmaması halinde- en az iki buçuk sene sonra yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili tartışmalar var gündemde.

Kimileri, CHP’deki iç çekişmelere, adaylardan birinin sıkıntılı hallerine ağırlık veriyor…

Kimileri de iktidarın muhalefeti bölmeye, ciddi rakiplerini devre dışına itmeye çalıştığını söylüyor...

Bunlar da medyanın gündeminde geniş yer buluyor.

Sokaktaki vatandaş ise çok farklı yerlerde.

Gündeminde bu meseleler çok az yer tutuyor.

“Sokaktaki vatandaş” diyerek işaret ettiklerimiz en az yüzde 80’lik kesim.

Onlar, günlük hayatlarında karşılaştıkları sıkıntıların, şikâyet ve taleplerinin dikkate alınmamasından dolayı bizlere tepki gösteriyor.

Konya’da, iki yaşındaki bebeğin başıboş köpekler tarafından parçalanarak öldürülmesinin hemen ardından katıldığımız programlarda bu mesele de gündeme geldi.

Bendeniz, nice vatandaşımızın hayatlarını kaybetmesine, yaralanmasına sebep olan bu büyük sıkıntının bunca yıldır ortadan kaldırılamamasından dolayı sert tepki gösterdim.

Program sonrasında sosyal medyaya yansımalara ve telefonuma düşen mesajlara baktım;

Vatandaştan bol bol “tebrik” gelmiş…

 “Şöyle be kardeşim, nedir bu Allah aşkına, bunca ölüm var, bir tane sorumlu yok!” muhtevalı nice mesaj.

Sokaklarda, caddelerde karşılaştığı sıkıntıların ekranlarda işlenmesini bekliyor vatandaş.

Bu olmadığında kendisinin ihmal edildiğini, medyanın bambaşka havalarda olduğunu, adeta unutulduğunu düşünüyor.

Tepkisi buna.

Sokaktaki vatandaş günlük hayatındaki engelleri aşmak mecburiyetinde.

Başta barınma, beslenme, sağlık, ulaşım, eğitim olmak üzere masraflarını karşılamak zorunda olduğu nice kalem var.

 Harcama kalemlerini alt alta dizdiğinizde karşınıza ciddi rakamlar çıkıyor.

Değişik kuruluşların açıkladığı rakamlar, İstanbul’da yaşayan 4 kişilik bir ailenin “temel masraflarının” 80 bin lira (2180 dolar) civarında olduğunu gösteriyor.

On sene önce aile boyu çalışıp hatırı sayılır paralar biriktirebilen, borçlanıp “ev sahibi” olabilen insanlarımızın sayısı hayli fazlaydı.

Bugün, pekçok aile için böyle bir şey mümkün değil gibi.

Barınma, hayati ihtiyaç.

Konuştuğumuz gençlerin çoğu, “Kirasını karşılayabileceğimiz ev bulmak bir dert, düğün yapmak bir dert, evi döşemek bir dert, geçinebilmek bir dert, bebek olsa masraflarını karşılayabilmek bir dert.” diyor.

Gerek maddi zorluklardan, gerekse arada büyük anlaşmazlıklar çıkması halinde yaşanacak dava süreçlerinden, nafaka tartışmalarından dolayı evlenmeyi düşünmediklerini söyleyen nice insanımız var.

 Hepimiz çok iyi biliyoruz ki nüfus artış hızımızı arttıramadığımız takdirde -Allah korusun- çok sıkıntılı durumlara düşeceğiz.

Sayın Cumhurbaşkanı karşı karşıya bulunduğumuz durumu “varoluşsal tehdit” olarak nitelendiriyor.

Eski ve yeni aile bakanları, konuyla ilgilenen az sayıdaki akademisyen ile gazeteci tehlikenin büyüklüğünün altını çiziyor.

Gençler evlenmek istemezse, istememeye devam ederse halimiz ne olacak?

Doğum izni, ufak tefek maddi destekler…

Bunun gibi “teşvik maksatlı” uygulamalar, karşı karşıya kalınan sıkıntının büyüklüğüyle kıyaslandığında maalesef çok yetersiz görünüyor.

Bir yandan ille de kadın istihdam oranını arttırma söylemi diğer yandan da nüfus artış hızının çakılmasından şikâyet, "tezatlık" teşkil ediyor.

Mecburi eğitimin 12 yıllık süresinin ve her genci üniversiteli yapma arzusunun da iyice tartışmaya açılması lâzım.

Bu konular da medyamızda uzun uzun tartışılmıyor ne yazık ki…

Bizler,  ne kadar fırsat bulabilirsek söylemeye çalışıyoruz…

Yazılarımızda, sosyal medya paylaşımlarımızda konunun hassasiyetini vurgulamaya gayret ediyoruz ama…

Maalesef, çoğu zaman gündem oluşturamıyoruz.

Oluşturabildiğimizde ise başka gündem maddeleri örtüyor bizim gündemimizi!

“Ev hanımlığının teşvik edilmesini” talep ediyoruz mesela ama…

Sesimiz duyulmuyor.

Başka gündemler, sokaktaki vatandaşın gündemindeki konuları örtüyor.

*

Vatandaş, sesinin duyulduğunu bilmek ister.

Siyasetin temel meselelerine çözüm üretmesini, iktidarın-muhalefetin birbirleriyle vatandaş memnuniyeti için yarışmasını bekler.

Bugünkü ortamda muhalefet diye bir şey adeta yok.

Ana Muhalefet’in abuk sabuk hallerini görüyorsunuz…

Eski genel başkan, yeni genel başkan, iki şehrin belediye başkanı arasındaki kavgalar dışarı taşıyor…

Bunların partideki, medyadaki uzantıları bu kavgalara katılmış durumda.

Genel başkan genel başkanlığını, belediye başkanları belediye başkanlıklarını yapmıyor.

Akıllar tamamen iç çekişmelerde.

Ana Muhalefet Partisi dışındaki muhalefet partileri de vatandaşa “ümit” veremiyor.

Bunca yıldır tek başına iktidarda olan ve nice badireyi atlata atlata bugünlere gelen Ak Parti’nin yorgun olması gayet tabii bir durum.

Ak Parti iktidara geldiğinde bebeklik çağlarında olanlar, bugün neredeyse orta yaştaki seçmenler.

Sayın Erdoğan,  seçimlerin doğru dürüst yapıldığı ülkeler baz alındığında, bunca yıl ayakta kalabilen tek Lider.

 Cumhur İttifakı’nın iki Lideri Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli siyasi hayatlarının final bölümündeler…

Sokaktaki vatandaş, siyaset arenasına baktığında fazla motive olamıyor.

Medya da kendisinden koptuğunda iyice karamsarlık havasına giriyor.

Mikrofon uzatılıp görüşü istendiğinde,  “Bana en Ukrayna’dan, bana ne Rusya’dan!” diyerek tepki gösteren vatandaş, “Bunlar önemsiz konular!” demek istemiyor aslında.  

“Biraz da bana kulak verin arkadaş!” demek istiyor.

Sesini duyuramamak insanı üzer, kızdırır.

Derdine çare olamasanız da dinlediğinizi göstermeniz karşınızdakinde “terapi” etkisi meydana getirir.

Ben sokaktaki vatandaşı çok dinliyorum.

Bundan dolayı da şiştikçe şişiyorum!

Herkes dert döküyor bana.

“Sen neşeden haber ver, derdi herkes tanıyor!” demek istiyorum.

Ayıp olur diye…

Diyemiyorum.