Son zamanlardaki “sokak” eylemleri…

Oralardan yansıyan nice sıkıntılı görüntü…

Gösterilerde destek verilen siyasi figürün, partinin, partilerin ideolojilerine bakarak yorumda bulunmak bizi hatalı teşhislere götürür.

Zira, sıkıntı sadece oralarda değil her tarafta.

En muhafazakâr, en mütedeyyin denilen anne-babalar da çocuklarıyla sıkıntı yaşıyor…

Meseleye ideolojik kalıpları, günlük politika hesaplarını, sosyal medya goygoylarını aşarak bakmaktan başka çaremiz yok.

Öncelikle, çocuklarımızı gençlerimizi suçlamaktan, onlara tepeden bakmaktan vazgeçmeliyiz.

Ne ektiysek onu biçiyoruz.

Ne verdiysek onu alıyoruz.

Çocuklar, gençler nankörlük etmiyor bize.

Neyi alıyorlarsa, onu veriyorlar.

Bebek, daha anne karnındayken dışarıda olup bitenlerden etkileniyor malûm.

Anne baba, hır gür içinde yaşıyorsa…

Birbirlerini örseleyip duruyorsa…

Evde gerilim varsa, bebek gözlerini dünyaya açmadan geriliyor.

Morali bozuluyor!

Bebeğin aileden tevarüs ettiği genetik kodların yanı sıra, ortamın yaydığı enerji de sonraki hayatı şekillendiriyor.

İnsanın kimliğini, kişiliğini, duruşunu, tepkilerini büyük ölçüde genetik kodlar ve ortam belirliyor.

Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde; sevmeyi öğreniyor, nefreti öğreniyor, uyumu öğreniyor, uyumsuzluğu öğreniyor, yapmayı öğreniyor, yıkmayı öğreniyor insan.

Çevre şartları şekillendiriyor bizi.

*

TÜİK’in açıkladığı son rakamlar,  “ailemizin” ne büyük tehditlerle karşı karşıya kaldığını net bir şekilde ortaya  koyuyor malûm.

Boşanmalarda rekor, boşanmış aile çocuklarının sayısında rekor.

Bu rekorlar, durumun vahametini yansıtmaktan çok uzak, zira resmi rakamlara yansıyandan çok daha fazlası var.

Birçok boşanma davası devam ediyor.

Adliye koridorlarındaki kalabalığın önemli bir bölümünü, uzayıp giden boşanma davalarını tâkip edenler oluşturuyor.

Evde huzursuzluk varsa, hır gür varsa, anne-baba birbirleriyle çatışıyorsa, ikide bir boşanmaktan bahsediyorsa…

Bebek ne yapsın, çocuk ne yapsın?

Ebeveynine nasıl güvensin?

Kendisini nasıl güvende hissetsin?

Anne, baba çocuğun ilk rol modelleri.

Baba ocağında, ana kucağında huzuru, sevgiyi, saygıyı, anlayışı, hilm ve teenniyi gören çocuğun “insanlara ve insanlığa faydalı yetişkin birey” olma ihtimali artıyor.

Aksi takdirde, ortaya çok sıkıntılı durumlar çıkıyor.

İster Türkiye’de, ister ABD’de ister başka yerlerde yapılan çalışmaların sonuçlarına bakın…

Boşanmış ailelerin çocuklarının ileride suça bulaşma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu gösteren “bilimsel” verileri görürsünüz.

Boşanmış ailelerin çocuklarının çevreyle uyumlarından ders başarılarına kadar birçok bakımdan sıkıntılar yaşadıklarını gösteriyor bütün çalışmalar…

Bir sarmal gibi…

Çocuk aileden aldığı olumsuzlukları topluma yansıtıyor, böyle davranan çocuğu toplum dışlıyor, dışlanan çocuk topluma hınç duyuyor…

Her şeye karşı çıkıyor, kafası hep olumsuzluklar üretiyor…

Kendisini hır gür ve şiddet ile ifade etmeyi de yegâne yol olarak görüyor.

Ortaya agresif, antisosyal kişilik tablosu çıkıyor.

Çevresinden “yapmayı” değil de “yıkmayı” öğrenen…

Rol modeller olarak da, öfkeden kabarmış suratlarla birbirlerine hakaret eden, tehditler savuran “büyüklerini” alan çocuk, ilerideki yıllarda “çevresine” öğrendiklerini uyguluyor!

Ailelerde yaşanan bunalımlara ilave olarak televizyonlarda, sokaklarda, caddelerde, okullarda sürekli olarak hır gürü, şiddeti görüyor çocuk.

Bu gördüklerini “hayatın gerçekleri” olarak kabulleniyor!

Şu bir kısım televizyonlara bakın siz; şiddet, israf, zina, akrabalar arasında rezil ilişkiler…

Kötülükten yana ne ararsanız oralarda.

Hem de gündüz kuşaklarında, ‘primetime’larda!

Birileri…

İnadına inadına çocukları gençleri yoldan çıkartmak için uğraşıyor adeta.

Efendim, reytingmiş!

Reytinginiz batsın sizin!

*

Bakın ben de, böyle kızıyor, öfkeleniyorum.

Belki de etrafımdan böyle görmüşümdür.

Bir yerde kızıp köpürmeyi, yazılara ünlüm üzerine ünlem kullanmayı öğrenmişimdir!

*

O kadar çok sıkıntımız var ki…

Mesela…

Mecburi eğitim süresinin 12 yıla çıkartılması ve memleket nüfusunun neredeyse 10’da birinin çoğu "diplomalı mesleksiz" üreten üniversitelere gönderilmesi de o kadar zararlı işler ki…

Okumak isteyenle istemeyeni 18 yaşını bitirene kadar mecburi eğitime tabi tutuyorsunuz…

Okula gidenlerle, okumak isteyenleri aynı yerde buluşmaya mecbur ediyor…

“Tek tip” eğitim uyguluyorsunuz.

Sonrada neredeyse tamamını “üniversitelere” gönderiyorsunuz…

Üniversiteden aşağı yukarı “orta yaştaki” mesleksiz diplomalı olarak çıkartılan yani sokağa bırakılan genç ne yapsın?

Bunalımı lise yıllarında artıyor, üniversite yıllarında büyüyor delikanlının…

Sonra da…

Olanlar oluyor işte!

Dert bir değil, elvan elvan.

Anne ilgisi, şefkati insan ruhunun, kalbinin olgunlaşması için o kadar mühim ki…

Bizler kadın istihdam oranını arttırmayı “hedef” olarak koydukça, ha bire buraya yüklendikçe…

Hayat günden güne pahalılaştıkça…

Ekonomik şartlar, kadını bir iş yerinde çalışmaya mecbur ettikçe…

Annelerin bebeklerine, çocuklarına ayıracakları, onlarla birlikte geçirecekleri vakitler gittikçe azalıyor ve azalacak demektir!

Anneler anneliklerini, babalar babalıklarını yapamayınca…

Rol modeller olarak bizler iyi örnekler olmayınca…

Bir de manevî eğitim olmayınca…

Ruh dünyası güzelliklerle dolmayınca…

Neler olur ve oluyor işte, görmek gerektir!

*

Bizler var ya bizler…

Farklı politik kisveler altında birbirlerini yiyen büyükler!

Kendimizle yüzleşmekten kaçınmak için de…

Çocuklarımızı, gençlerimizi suçlayıp duran bizler!

Ne büyük veballer var üzerimizde!