Ekrem İmamoğlu’nun “yolsuzluk” iddialarından dolayı tutuklanmasının ardından CHP’de nelerin olup biteceği tartışılıyor.
“Tek adaylı” CHP önseçimi her bakımdan anlamsız, göstermelik malûm.
Parti yönetimi, bir yandan sokak çağrıları yaparak diğer yandan da “anlamsız” sandığa yönlendirerek, içe-dışa tepkili tabanın gazını almak istedi.
Bunları yapmamış olsaydı tepkileri üzerine çekmiş olacaktı.
Kalabalıkların tepkisinin Genel Merkez’e ve Özgür Özel’e yöneldiğini gördük bu süreç boyunca.
Yerel seçim galibiyetinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan ile “normalleşme, yumuşuma” sürecine girilmesinin sebebini sorgulayan taban, Özgür Özel’in, “morali bozulmuş” iktidara toparlanma fırsatını sunduğunu düşünüyordu.
Hatta, bazıları bu durumun arkasında “olmayacak şeyler” arıyordu!
Özel’in “önümüzdeki seçime girmemesi gerektiğini” söyledikleri Erdoğan’ı “mindere” çağırması da bu “olmayacak şeyler”i gündeme getirenlerin dayanağı oluyordu.
Dolayısıyla…
Ekrem İmamoğlu sürecinde bu havayı dağıtmak... Saraçhane’deki kızgın kitlenin "Özgür gelsene, biber gazı yesene", "Özgür dışarı, halk içeri" sloganlarına,
“Özgür İstifa!” sloganını eklemesinin önüne geçmek gerekiyordu.
Bundan dolayı da ince söylemlerle tabanın “gazı” alınıyordu.
CHP Yönetimi, bu şartlar ve siyasetteki bu bölünmüşlük ortamında, sokak eylemlerinden iktidarı
“ çok erken seçime” zorlamak gibi bir sonucun çıkmayacağını hesap edebilecek durumdadır mutlaka.
Evet, CHP dışındaki muhalefet partilerinin çoğu Ekrem imamoğlu’na şu veya bu kıvamda destek verdi ama onlar da “sokak eylemlerine” hiç de sıcak bakmadıklarını ortaya koydu.
Bu süreçte, CHP’nin sokak eylemlerine en fazla desteğin “DEM Yönetimi”nden gelmesi beklenir miydi?
Yok.
Onların da kendilerine göre hesapları vardı malûm; “süreci” yeniden zehirleyen taraf olmak istemezlerdi haliyle.
Bundan dolayı da biraz destek verir, biraz da “geride durur” bir pozisyonda kalmayı tercih etmeleri beklenirdi.
Böyle de oldu nitekim.
YEPYENİ CHP’YE DOĞRU!
Evet…
Buraya kadar izah etmeye çalıştığımız gibi…
CHP Yönetimi bu “zorlu” süreçte tabanın gazını almak için bazı adımlar attı ama…
Rahatsızlıklar, bu türden “palyatif” tedavi yöntemleriyle giderilemez.
Parti, Deniz Baykal’a “kaset operasyonu”ndan bu yana Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Özel üzerinden yürütülen “Yeni CHP adımları”nın sancısını çekiyor.
CHP camiası, ontolojisinden dolayı “dışa açılmaya” pek sıcak bakmaz.
AK Parti’ye yakın televizyon kanallarında, bir vakitler AK Parti’ye ve hatta Sayın Erdoğan’a ağır hücumlarda bulunmuş kişiler söylem değişikliği ile kolaylıkla yer bulabilirler...
Ak Parti Camiası böyle durumlara pek tepki vermez.
CHP’de ise “Eski Ak Partililere” sıcak bakılmaz.
Mesela, muhafazakâr muhaliflerin buluştuğu Karar Gazetesi’nin yazarları, CHP’ye yakın kanallara davet edilseler de, hep “ayrı” bir yerde tutulurlar.
Onların kendileri için yararlı söylemlerinden istifade ederler ama kesinlikle benimsemezler...
CHP Camiası’nda büyük rahatsızlık meydana getiren durumlardan biri de, başta Saadet Partisi olmak üzere kökten karşı oldukları partilerin kendi oylarıyla dünyanın milletvekilini çıkartmalarıdır.
Ortalama CHP’li, Saadet Partililere ve devrilen masadaki diğer unsurlara kızar.
Mesela “laikliğin” aşındırılmasından sorumlu tutar.
Zor tahammül eder.
CHP böyle bir ruh ikliminin partisidir.
Ontolojisi budur.
Bu gerçeklikte, DEM türü yapılarla işbirliğinin de önemli “yan tesirleri” olur.
Parti’deki “ulusalcı”lar, bu duruma zaman zaman ses çıkartmasalar da, daha doğrusu çıkartamasalar da hep rahatsızdırlar.
Atatürk’ün kurduğu partiyi yönetenler, uzun yıllardır saplanıp kalınan yüzde 20-25 oy aralığını aşabilmek için sağa sola doğru açılımlar yaptıkça ortaya başka başka sıkıntılar çıkar.
İçerideki ve etraftaki hizipler, fırsatını bulduklarında tepkilerini belli eder.
Bir yanda “yenilikçiler”, öte yanda ise “gelenekçiler” işte.
CHP’nin içinde bulunduğu sıkıntılı durumu izaha, bu iki kanat vurgusu da yetmez.
Zira, oradaki “yenilikçiler” de kendi aralarında kavga halindedirler.
İçlerinden bu kavgaya son verebilecek çapta bir “Lider” de çıkartamazlar.
Genel başkanları bu sıkleti çekemeyen terazi gibidir.
Duruma hâkim olamaz.
CHP’li Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın CHP Yönetimi tarafından icat edilen “önseçim sandığı”nı küçümser tavırlar, söylemler içine girebilmesi…
Bir başka CHP’li Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Genel Başkan’ın bulunduğu ortamlarda, kendisini öne çıkartabilmesi bu durumla ilgilidir.
Tam da bu noktada,
“Efendim, CHP içinde demokrasi var da ondan böyle!” diye itiraz edenler olabilir bana.
Olabilir de bu itiraz “politikanın doğası”yla çelişir.
Partiler, bütün diğer müesseseler gibi “özgürlük-disiplin” dengesini sağlayabilmelidirler.
Bu olmazsa, denge bozulursa, CHP’de hep olduğu gibi işler karışır.
Parti bir yandan “ağzını açanı” disipline verir hallere düşer, diğer yandan da disiplini kaybeder.
İki taraflı zarar yazar.
*
Buraya kadar yazdıklarımdan, CHP’nin önümüzdeki süreçte “bölünme”ye yol açabilecek kadar büyük zorluklardan geçeceği kanaatinde olduğum anlaşılmıştır herhalde.
Eski CHP geride kaldı, Yeni CHP ise tutmadı.
CHP içindeki rahatsızlıkların Yargı’ya “ihbar”lara kadar varması bu duruma işaret ediyor.
Eski CHP, Yeni CHP, ardından Yepyeni CHP.
Yeni bir parti, DSP misali…
Olabilir mi?
Ömrü vefa eden görür.