Yersiz yurtsuzlaşan insan
Gelinen noktada Batı dışı toplumlar ve özelde Türkiye toplumu post/modernleşme yolunda bir uzlaşıya varmış görünmektedirler. Geçen yüzyılın başından sonuna kadar devam eden bir takım dirençler artık uyuma doğru yol almaktadır.
Bu direncin sona ermesi ya da
zayıflaması birkaç sebeple bağlantılı görünmektedir. Birincisi, Batı
post/modernitesi ile başetme konusunda yeterli argümentatif ve bilgisel bir
müktesebatı biriktiremediği için post/modernite kendisiyle uyum gösterilmesi
gereken bir uğrak noktası olarak ortaya çıkmaktadır. İkincisi, bununla
bağlantılı olarak direnç konusunda hissedilen yorgunluklar. Bu durum bir
düşünsel teslim olma halini beslemektedir.
Post/moderniteyi sağlıklı
bir şekilde görebilmek için onun yakından ilintili olduğu kapitalizm, küreselleşmeyi
da kapsayacak şekilde genel bir tabirle söyleyecek olursak dünya sistemine
dışarıdan bakmanın bir zaruret arz etmesidir. Dünya sistemi o kadar külli bir
kontrol sistemi kurmuştur ki, bugün farklı enstrümanlarıyla insanın gündelik
davranışlarını da belirleyen bir din gibi olmuştur. Hiç boşluk bırakmaksızın
tüm insanları iradeden arındırarak kitleselleştirerek bir “mürid” haline
getirmektedir.
İnsanlar
post/modern olmamız gerektiğini hatta bundan kurtulamayacağımızı bir alt
varsayım olarak temele yerleştirmektedirler. Bunun gerekçesi ise onlara göre
basittir; çünkü post/modern durumda yaşamaktayız. (Burada post/modern ifadesi
yaşadığımız zamanın hem modern hem de postmodern karakterini belirtmek üzere
kullanılmaktadır. Dolayısıyla birisi “modern zamanlardayız” şeklinde de
düşünebilir) Onlar zamanın küreselleşmiş niteliğini kendilerini belirleyen bir
kader gibi düşünmektedirler. Bir bakıma yolda muz kabuğunu görünce “eyvah
düşeceğiz” diye duruma yaklaşanlardır.
Post/modernlikle
ilintili olarak benim zihnimde uzlaştıramadığım en temel nokta paradigmaldır.
Daha sade şekilde ve açarak ifade edecek olursak Tanrı’nın konumu ve hakikate
dairdir. Bir kere modernlik Tanrı’yı merkezden çekerek insanı orada ikamet
ettirmeye çalıştığı için bunca sorunları yaşadı dünya. Tanrı’yı merkezden
çekince, eşyanın bütünüyle konumu ve tanımı değişmiştir. Modernlik insanın
kendisinden başlayarak eşyayı yeniden tanımlayınca, eşyanın bütün metafiziği
kayboldu. Şimdi durmadan metafizik arıyor; bulamayınca kendisi kutsallar yaratıyor.
Çok ciddi bir sorgulama bile yapmaya gerek olmadan
post/modernitenin cinsiyetten tarıma kadar eşyaya nasıl bir semantik müdahale
yaptığı anlaşılabilir. Ancak müslümanlar bunu büyük oranda anlayabilmiş
değiller. Teknolojik ürünler hala cazip ve post/modernitenin kabulü için
yeterli görülüyor. Makinelerin büyüsü göz kamaştırırken, insanın ölümü sınırlı
entelektüel çevreler dışında yeterli ilgiyi görmüyor.
Allah bizden bağımsız bir hakikat olarak merkezi
konumdadır. Fakat bu sadece insana bir dışarıdanlık değil, içsel, deruni bir
varlığı da kapsamaktadır. Post/modernlik hakikati parçalayarak kaybederken,
insanı pusulasız ve yersiz yurtsuz bırakmaya çalışmaktadır. Öte yandan açık ve
örtük biçimde ve rafine yöntemler kullanarak gücün (kapitalistleşen
uluslararası gücün) mutlak egemenliğini ilan ederek insanın zayıflatmak ve
elinden enstrümanlarını almaya çalışmaktadır.
Bir fıkra anlatılır; adamın birisi balonla havalanıp
geldiği yeri kaybetmiş. Biraz aşağı doğru yaklaşarak gördüğü adama “ben
neredeyim” diye sormuş. Adam da “benim üzerimdesin” cevabını vermiş. Bunun
üzerine balondaki kişi soruyu değiştirip “peki sen neredesin” diye sormuş. Adam
da “senin bulunduğun yerin aşağısındayım” diye cevap vermiş ve “neler oluyor”
diye sormuş. Bunun üzerine balondaki kişi; “kayboldum ancak verdiğin bilgiler
işime yaramıyor” demiş.
Dikkat ederseniz içinde yaşadığımız durumda müthiş
bir bilgi yığını var; fakat post/modernizm hakikate dair gargara yapıyor.