Değerli okurlarım, bugünkü yazımda, dünya, ahiret, ölüm üzerine düşünmeye, halimizi tefekkür etmeye dair bazı tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Yeryüzüne geliş serüvenimiz, nefes almayla başlamaktadır. İnsan yaşamı; bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik,  yaşlılık ve ihtiyarlık olarak dönemlere ayrılır.

Her dönemin kendine göre özellikleri vardır. İnsanın gençlik çağı, bebeklikten yetişkinliğe kadar olan dönemi kapsar.

Yetişkinlik döneminde ise güçlülük, hızlılık, dayanma gücü ve üretkenlik gibi özellikler öne çıkar. İnsan yaşlandıkça bilgelik, erdemlilik, karar verme, merhamet ve sevgi, geniş kavrama gücü vb. özelliklerin mükemmel hale geldiği görülmektedir.

  Gençlik, yaşlılık derken, hayatın bu koşuşturması içerisinde günler, haftalar, aylar ve yıllar geçiyor insan yoruluyor, savruluyor başından türlü türlü olaylar geçiyor ve ihtiyarlıyor. Bizim kültürümüzde yaşı kemale ermiş insana“ihtiyar”denir. İhtiyar, kelime olarak “seçkin,seçilmiş, tecrübeli” anlamlarına gelir. Toplumda kendisine danışılan, görüşlerine değer verilen kişidir ihtiyar.

Yılların birikimiyle hayata başka bir pencereden bakanlar, ardında yaşlanmaz izler bırakır. Mimarların şahı Sinan Süleymaniye’yi bitirdiğinde, Galileo ayın günlük ve aylık çizimlerini yaptığında, yetmişini çoktan geçmişlerdi. Pasteur kuduz mikrobunu bulduğunda altmış, Sadi ise Gülistan’ı yazdığında seksen yaşındaydı…

 Cahit Sıtkı Tarancı’nın Yaş 35 şiirinde;

Neylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak.

Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında

            Şairin o muhteşem dizelerinde dile getirdiği; Yaşlılıkta, yaşamın zorluklarının farkına varılması, gücün kuvvetin yok olması, artık yavaş yavaş ölümün bize yaklaştığını hatırlatıyor.

             Ölüm, her canlıya muhakkak uğrayacaktır. Aslında bu gerçeği hepimiz bilmekteyiz. Bu dünyadan her gün insanlar fevc fevc ahirete göç ediyor, ancak hiç ibret alıyormuyuz. İnsanoğlu sanki bu dünyadan hiç gitmeyecekmiş gibi, dünyaya sıkı sıkı sarılmakta ve dünyevileşmektedir.

Dünyevileşme sadece dünyayı düşünme, ahireti unutarak yaşama demektir. Yani bu dünyanın ne önünü, nede sonunu görür, insan için varsa yoksa, varlık dünyadan ibarettir. İnsan dünyayı tüketmeli ve dünyada tükenmeli gibi bir anlayışa sahiptir. Bu ise günümüzde görüldüğü gibi, insanlığı bunalıma ve mutsuzluğa götürmektedir.

 Oysa bu dünya geçicidir, fanidir, insanoğlu fıtratı itibariyle hep geçmeyeni, bitmeyeni ve tükenmeyeni istemektedir. Bu dünya bizim için ebediyeti, özlemenin yeridir.

İnsanın yeryüzü serüveni aslında ‘bir imtihan sürecidir. Dünya hayatı ve ahirete hazır olma arasında mutlaka bir denge olmalıdır.

Necm Suresi 39.ayetinde Allah şöyle buyuruyor ‘’Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.’’

Sözün özü; Dünyaya geldiğimiz andan itibaren aldığımız nefes, bir gün son bulacak, işte o son nefes, aslında çok kıymetlidir. Onun için yaptığımız işlerden hesaba çekileceğimizi hiç unutmayalım.