Gök kubbemizin altından ne yıldızlar geçti ah bir bilebilsek. Fikir, sanat, kültür ve inanç dünyamızın seçkin temsilcileri geldiler, dünya misafirhanesindeki görevlerini tamamlayıp gittiler. Merhum Vecdi Bürün, iyi bir yazar ve mükemmel fikir adamıydı. Basın dünyamızın saygın gazetecilerindendi. Bâbıâli’de Peyami Safa ve Necip Fazıl Kısakürek ile çalışmış, yakın dostluklarını kazanmıştı.

Matbuatımızın en iyi fıkra muharrirlerinden olan şair, yazar, romancı ve armatör Vecdi Bürün, 1918 yılında İstanbul’da doğdu. Okudu, felsefe tahsili gördü. Dergilerde şiirleri, tiyatro ve hikâye tenkitleri neşredildi. Arkadaşı Hasan Tanrıkut’la birlikte Ses dergisini çıkardı. Tasvir-i Efkâr, Son Saat, Haber, En Son Dakika, Yeni Sabah, Yeni İstanbul, Hergün, Milliyet ve Büyük Doğu gazetelerinde yazılar kaleme aldı. “Hayri Melih”, “V. Özdemiroğlu” ve “Niyazi Eren” müstear imzaları kullandı. 3 Şubat 1997 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Aydınlık Karanlık, Kansız İhtilal, Nasıl Öldüler, Sosyalizm İhaneti (Ahmet Güner Elgin ile birlikte), Peyami Safa ile 25 Yıl ve Eyüp adlı eserleri vardır. Ayrıca çocuk kitapları ve tercümeleri de bulunuyor. Vecdi Bürün’ün gazete ve mecmualarda kaleme aldığı köşe yazıları çok değerlidir. Keşke bütün yazıları toplanıp kitaplaşsa.

Vecdi Bey ile nerede ve nasıl tanıştığımızı tam olarak hatırlayamıyorum ama muhtemelen rahmetli ustam Ergun Göze vesilesiyle olabilir. Zira ikisi de Peyami Safa’nın yakın dostlarıydı. 1984’te Tercüman’dan ayrılıp Doğuş adında bir gazetede çalışmaya başlamıştım. Burada ilk röportajlarımdan birini Vecdi Bürün ile yapmıştım. Sonra bu mülakat Romancılar Konuşuyor kitabımda yer aldı. Vecdi Bey hakkında yıllar önce yazdığım bir yazıda “Son Fıkra Muharriri” tabirini kullanmıştım. Evet o ‘kalemlerinden kan damlayan’ gerçek gazeteci yazarlar günümüzde çok azaldı. Şimdi gençler belki ‘fıkra’yı espri anlamında anlıyor ama ‘muharrir’in yazar demek olduğunu bilmiyor. Bu tabirin geçmişte ‘köşe yazarı’ karşılığı olarak kullanıldığını yazı kursundaki öğrencilerime anlatıyorum.

Vecdi Bürün yönelttiğim suallere cevap verirken çocukluğunu, Cahit Sıtkı Tarancı ile dostluğunu, basın hayatına girişini, yakın dostu Peyami Safa’yı anlatmıştı. Bürün orada, “Peyami Safa Türk romanına şahsiyet kazandırdı.” demişti. Ben Türkiye gazetesine geçerken Vecdi Bey Can Alpgüvenç’in talebi üzerine Doğuş gazetesinde yazı yazmaya başladı. Kıymetli makalelere imza attı.

Bugünlerde Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan bir kitabı görünce çok sevindim. Yayınevi kuruluşunun 60. Yılı dolayısıyla ilk kitaplarının tıpkıbasımını yaptı. Bir vefa örneği ve kadirbilirlik… Ötüken’in 1964’te bastığı ilk kitap, Necip Fazıl’ın piyesi olan Reis Bey’dir. Aynı sene üçüncü kitap olarak Vecdi Bürün’ün Nasıl Öldüler isimli araştırması yayımlandı. Özdemiroğlu Osman Paşa’nın soyundan gelen Vecdi Bürün bu kitabında, Osmanlı padişahlarının hayatlarını kısaca anlatıyor sonra da vefat anlarını, son demlerini dile getiriyor.

Eserin sunuş yazısında şu satırları okuyoruz: “Ölüm, insan hayatının doğal akışı içinde kaçınılmaz bir hayat gerçeği olarak insanın yanı başındadır. Vecdi Bürün’ün anlatımlarına göre ölüm ‘her nefis ölümü tadacaktır.’ Ömrü mucibinde, bir kez ve son kez geçilen, dönüşü olmayan, farklı dünyaya bir köprüdür. İnsanlar yaşadıkları gibi ölüm anı da herkes için ibret dolu bir sahnedir. İlginize sunduğumuz Nasıl Öldüler’de din ve vatan gayretleri ile örülü bir ömrün neticesinde gül bahçesine gider gibi fani âlemden bâki âleme giden Osmanlı tarihinin mümtaz şahsiyetlerinin kahramanlıklarına ve son anlarına yer verilmiştir.”

Fatih bölümünde anlatılır: Gebze civarına varılmış, burada ordugâh kurumuştur. Fakat padişahın ağrıları dayanılmaz bir hâl almıştır. Devamını eserden okuyalım: “Tabipler toplandılar. Padişahı tekrar muayene ettiler. Fatih bir sedir üzerinde ve ızdıraptan hemen hemen kendisini kaybetmek üzere idi. Hekimler ızdırabı durdurmak için ‘şarabıfariğ’ sunmak kararına vardılar. İlaç Fatih Hazretlerine güçlükle içirildi. İçer içmez de hünkârın şikâyetleri başladı: “Bu ilaç ciğerim pareledi, içimi doğradı.’ Ve böylece, hünkârın tuğları Üsküdar’a geçirildiği zaman seferin nereye yapılacağını anlayamamış olanlar; büyük adamın, ordusunun başına nasıl bir âleme sefer etmek istediğini hayatlarının en ezici acısını tadarak öğrenmiş oldular.”

Osmanlı hakanlarından cihangir Yavuz Sultan Selim Han’ın son anları da hem kederli hem de ibret doludur. Padişah büyük acılar içindedir ve nedimine sorar: “Hasan Can bu ne hâldür?” Cevap hakikati tespit ve teslimdir: “Sultanım, Cenabıhakk’a teveccüh idüb Allah ile olacak zamandür.” Yavuz’un cevabı daha sarsıcı ve düşündürücüdür: “Bizi bunca zamandan berü kimin ile bilür idin?” Sultan, nediminden hâlsiz ve mecalsiz bir sesle “Sure-i Yasin”i tilavet etmesini ister. Padişahın son hâlini eserden takip edelim: “Hasan Can okumaya başladı. Yavuz Han da onunla birlikte bütün sureyi okudu. Hasan Can, hünkârın işareti üzerine bir kere daha okumaya başladı. Bu defa okumasında yalnızdı. ‘Selam’ ayetine gelince, durdu. Ve çok sevdiği sultana baktı. Büyük kahraman, onunla birlikte iki buçuk misli kadar büyüttüğü memleketi ve bütün Türkleri selamlayarak Allah’ın kavuşmuştu.”

Vecdi ağabeyle vefatından bir süre önce Sultanahmet’te Firuzağa Camii’nin önünde karşılaşmış, ayaküstü sohbet etmiştik. Sonra vefat haberini aldım. Basınımızın unutulmayacak has simalarındandır. Edebiyatımızın Güleryüzü kitabımdaki nüktelerden ikisi onundur. Ruhu şad, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun.