Kıymetli edibimiz Taha Çağlaroğlu kadim dostumdur. Yaklaşık 45 yıllık muarefemiz var. Bu şifahi tanışıklık henüz vicahiye dönüşmedi, kısmet. Olsun, bir yazarı okuyup sevmeniz ve takip etmeniz için ille de eskilerin tabiriyle ruberu (yüzyüze) görüşmeniz gerekmiyor. 1980’li yıllarda Köprü dergisi ve Elif ilavesinde edebî çalışmalarını okurdum. Müşterek dostlarımız arasında Suad Alkan, merhum Muhsin Demirel ve Sadık Yalsızuçanlar da vardı. İyi bir hattat ve şair olan Demirel, geçen yıl ahirete yurduna göçtü. Diğer adını andığım ve isimlerinden bahsetmediğim dostlara selam olsun.
Eskiden yaygın olan klasik mektuplar vardı. Birbirlerini sevenler ve sayanlar, mektuplar sayesinde irtibat kurardı. Mazide iletişim biraz da böyle sağlanırdı. Bugün internet postası var: Elektronik postalar… Doğrusu söylemek gerekirse, o eski mektupların sıcaklığını hissedemiyorsunuz e-postalarda. Olsun yine de ‘azami irtibatı’ bu sayede sağlayabilirsiniz. Lakin kitap postası çok daha güzel. Bu bakımdan bana gelen her kitabı bir mektup gibi kabul ederim. Zaten, kitap, mektup, kâtip, mektep aynı kökten türetilen kelimeler değil mi?
Bir insana güvenmek önemlidir. Bir dosta itimat beslemekten daha büyük zenginlik olabilir mi? Bunu internetteki sosyal medya hesaplarımda da yaşıyorum. Öyle vicdanlı, imanlı, ahlaklı dostlarım var ki internetteki paylaşımlarını görünce hem seviniyor hem de kısaca baktıktan sonra ben de paylaşıyorum. Benim diğer dostlarım da o faydalı, hikmetli, hayırlı metni okusun, resme baksın, istifade etsin diye… Böyle sık görüştüğüm veya az karşılaştığım dostlarım vardır sanal âlemde. Onlar her şeyden önce bende güven oluşturmuşlardır, İtimat tam! Onlardan şer, kötülük, haksızlık, hainlik sadır olmaz.
O dostlardan biri de Taha Çağlaroğlu’dur. Eserleri: Yüzleşen Tutanaklar, Canım Üstadım, Ahmet Poyraz Hatıra Kitabı, Suyu Taşıyan Nehir Said Özdemir, Yeni Öykü Antolojisi, Memleket Şiirleri Antolojisi, Çocuk ve Ramazan, Güzeleylem, Yürek Sorgusu, Risale-i Nur Estetiği, Sanat ve Vicdan, Son Gün Fotoğrafhanesi. Bu diziye, Geceye Düşen Ordide isimli eseri eklendi. (Hiçbirşey Yayıncılık)
Kitabın ismi, âdeta bir şiirden kopmuş mısra gibi. Sadece adı mı? Kitap baştan sona şiiriyet dolu. Bazı şiir, deneme veya hikâye kitaplarında lokomotif metinler vardır. Bunlar okuyucuyu cezbeder, sevilir ve okunurlar. Zihinlere nakşolan bu seçkin metinler, lokomotif olunca arkalarındaki yazıları veya şiirleri katar katar arkalarından çekerler. Kitaba adını da veren “Geceye Düşen Orkide” hikâyesi böyle bir öncü role sahip. Usta yazar, bütün müktesebatını, birikimini, heybesindeki inci mercan güzellikleri sofraya kuruyor. Okuyorsunuz, okurken doluyorsunuz, renkgârenk ufuklara doğru kanatlanıyorsunuz.
Anlatılan hala ve amca yani arastanın “Tamirci Dayısı”nın hikâyesi az çok hepimizin ailelerinde karşılaştığımız akraba portrelerinden. Pederşahi ailelerdeki yakın akrabalarımızın yaşadığı acı tatlı hatıralara, çektikleri çilelere hepimiz şahit olmuyor muyuz? Seveni çok halanın, vefatı ve sonsuzluğa uğurlanışı hüzün dünyamızı çalkalandırıyor. Mazlum bir insan olarak hayata gözlerini yumması içimizi acıtıyor. Tabii halanın amcaya, yani eşine söylediği “Sana hakkımı helal etmiyorum.” acı sözü, dönüp dolaşıp içimizi kanatıyor.
“İnce Kalemli Gül”de Muhsin Demirel’i gördüm. Satırlar zarif: “Muhsin’in kalbinde lafza-i Celal. Karanlıklı gözlerimin aydını… Dede Korkut’tan selam eyvallah. Karanlık gece içinde yolu kaybetsem ümidim Allah. Hattat olacaktı Muhsin. Lütuf ve kahrı aynı mürekkeple yazacaktı. Harflerden bir rahle yapacaktı o erguvani bahçede. Gönenli Hoca’nın görklü ruhaniyatına düşen rüyanın hattatı.” Bazı cümleler müjdedir, muştudur anlayana: “Büyüyüp hattat olacaktı Muhsin.” Arkası gelir bu temenninin, duaya dönüşür daha sonra. “Isparta kahramanları”nın kervanına katılan, Sav köyündeki ‘bin kalemli’ kâtiplerin içinde olan Muhsin’i ben çok sevdim. Hatta Taha Bey keşke bu hikâyeyi romana dönüştürse. Roman olabilecek bir genişliği, ufku, derinliği ve zenginliği var. Biz birkaç satırla yetinelim şimdilik: “Köy sokaklarında sessizlik kol gezerken, Sav köyüne ince hastalık düşünce, on dört yaşındaki Muhsin, mum ışığında haşir bahsini yazarken ‘Hazırlanınız;’ diye; ince ince başlayan hastalıkları bitmeyince, hastaneye götürülürken o eski arabanın arka koltuğunda, hatırlarken o ifadeleri ‘Gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sahifeleri gibi bunu kapar, onu açar.’ Sözlerinden kıldan ince kılıçtan keskince pırıltılar damladıkça, sabaha karşı, gecenin harfleri, harflerin rengi, renklerin sesi ışıldadıkça ruhunda, emaneti teslim ediyor.”
İtimattan bahsettim. Sadece bu satırları değil, kitabı da okuyun, yazarımızın diğer eserlerini de. Ramazan geliyor, iyi yazarların güzel eserleri okunmalı. Hikâyenin son satırları: “Muhsin hattat olamazsa bestekâr olacaktı. Güllerin arkadaşı olacaktı. Gül çiçeklendi, gül ağacı oldu. Kendi harflerinin ipek ipek ilmeklenen sesinde yıllarca yazıldı. Muhsin, o günleri göremedi. Gülün ömrü az olur, maverasına uçtu Muhsin. Hayat bitti, defter kapandı. Tekrar açılmayı bekliyor, muhteşem bir açılışla hem de, bin kalemli beldeyi, Hafız’ı, köydeki mum ışıklarını, geceleyin gizli gizli kitap yazan elleri de.”