Sabah uyanıp kahvaltı masasına oturduğunuzda, belki de ilk işiniz bir bardak su içmek oluyor. “Aç karnına su içmek metabolizmayı hızlandırır,” diye düşünüyorsunuz. Peki neden? Belki bir Instagram gönderisinden okudunuz, belki anneniz söylemiştir… Ama kaynağı hatırlamıyorsanız, bu bir bilgi mi, yoksa sadece kulaktan dolma bir inanç mı? Felsefeciler Fred Dretske ve Palle Yourgrau’ya göre, cevap net: Gerekçelerinizi unuttuysanız, bilginizi de kaybetmişsiniz demektir.

Diyelim ki Ali adlı bir gazeteci, önemli bir siyasi skandalı güvenilir bir kaynaktan (X) öğreniyor. Ertesi gün, haberi yayınlamaya hazırlanırken, bilgiyi kimden aldığını hatırlamıyor. Belki de bu bilgiyi yalancı Y’den duymuş olabilir. İşte tam da bu noktada, Ali’nin elinde kala kala sadece bir “inanç” kalıyor. Çünkü bilgiyi “bilgi” yapan şey yalnızca doğru olması değil, onu neden doğru kabul ettiğinizi de hatırlamanız. Tıpkı yıllardır “Gece yemek yemek şişmanlatır” cümlesini tekrarlayıp durmamız gibi… Kaçımız bu bilgiyi hangi diyetisyenden, hangi araştırmadan edindiğimizi hatırlıyor? Belki de çoğumuz için bu, artık bir bilgiden çok, silik bir ezber.

Oğuz AtayTutunamayanlar’da, Selim’in geçmişle hesaplaşma çabasını anlatırken belleğin kırılganlığına dikkat çeker. Tıpkı Marcel Proust’un madeleine kurabiyesi gibi, Selim de bir anıyı tetikleyen nesnelerle yüzleşir. Ancak Atay’ın karakteri, bu anıların kaynağını sorgulamaz; sadece hissederBellek, bazen bir gerçeği değil, bir iç hesaplaşmayı taşır. Orhan Pamuk’un Kar romanındaki Ka karakteri ise, siyasi manipülasyonun belleği nasıl çarpıttığını gösterir. Tıpkı George Orwell’ın 1984’ündeki “bellek delikleri” gibi, Türkiye’nin yakın tarihinde de “28 Şubat süreci” veya “Gezi Olayları” gibi dönemler, farklı kesimler tarafından farklı anlatılır. Kaynağını unutan toplum, manipülasyona açık hale gelir.

2023 seçimleri sırasında, “oylama sistemleri hacklendi” iddiaları Twitter’da trend oldu. Peki kaç kişi bu bilginin anonim hesaplardan yayıldığını hatırlıyor? Kaynak amnezisi yaşayan bir toplumda, yanlış bilgi hızla “gerçek” kılığına bürünüyor. COVID-19 döneminde Türkiye’de “limonlu sıcak suyun virüsü öldürdüğü” iddiası da benzer bir süreçten doğdu. İnsanlar bu bilgiyi benimsedi, ancak kaynağını unuttuğunda, inançlarına bilimsel bir kılıf giydirdi. Oysa tıpkı Platon’un mağara alegorisindeki gölgeler gibi, gerçeğin kendisini değil, yansımasını yakaladık. Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum filminde, Sadık’ın çocukluğuna dair anıları, aile içinde farklı yorumlanır. Bu, bize kolektif hafızanın bile nasıl kırılgan olduğunu gösterir. Mandela Etkisi’nin Türkiye versiyonu, belki de “15 Temmuz darbe girişimi” hakkındaki çelişkili anlatılarda saklı. Milyonlarca insan, aynı olayı farklı hatırlıyor.

Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” dizesi, bilginin kaynağını araştırmanın önemini vurgular. Cemil Meriç ise “Karanlığı şikayet etmektense bir mum yakın,” diyerek eleştirel düşünceye çağırır. Çözüm, kaynak takibi ve sorgulamada yatıyor. Tıpkı Sherlock Holmes’un dediği gibi: “İmkânsızı eledikten sonra, geriye kalan ne kadar olasılıksız görünse de, doğru odur.” Nâzım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirindeki gibi: “Ve düşünmek, düşünmek, düşünmek…” Bilgi, bir nehir gibi akar; bazen bulanıklaşır, bazen berraklaşır. Onu temiz tutmak, kaynağını takip etmekle mümkün. Belleğinize güvenin, ama asla teslim olmayın. Çünkü gerçek, tıpkı Kafka’nın Dava’sındaki gibi, aranmadıkça bulunmaz.