Şehirler, devasa bir saatin dişlileri gibi ritimsiz bir ritimle işliyordu. Beton yığınları, insan bedenlerini saat kadranına hapseden rakamlara dönüşmüştü. Ama Mehmed Âkif’in Asım’ın Nesli dediği o ruh, sokak aralarında gizlice dolaşıyordu; tıpkı Çanakkale Şehitleri’nde yazdığı gibi:
“Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa / Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa…”
Her sabah metrolara dolan bedenler, Beckett’in kayıp karakterleri gibi değil, Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz’inde tarif ettiği “ezan sesiyle yoğrulmuş bir sabah” gibiydi.
Teknolojinin vaat ettiği “dijital cennet”, bir çölün serabına dönüşmüştü. Sosyal medya, Tarkovski’nin Stalker’ındaki Bölge’yi anımsatıyordu. Ama Nurettin Topçu’nun İsyan Ahlakı’nda vurguladığı gibi:
“İnsan, maddenin kölesi olduğu sürece, ruhunu kaybeder.”
Filtrelenmiş yüzler, kırpılmış anılar… Hepsi, hakikati öldüren küçük ihanetler. Oysa Cemil Meriç’in Bu Ülke’de dediği üzere:
“İnsan, kütüphanelerle, mabetlerle, mezarlıklarla büyür.”
Köprüler, nehirlerin üzerine çöken dev beton iskeletlerdi. Ama suyun altında, Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuz” sözünü hatırlatan bir direniş vardı. Bir veri merkezinde yanıp sönen serverlar, Borges’in kum taneleri değil, Sezai Karakoç’un Diriliş’indeki *“ebediyet tohumları”*ydı:
“Unutuş çölünde bir vaha gibi yeşeren hatıra.”
Geceyarısı, penceresiz bir odada kod yazan yazılımcının klavyesi, Necip Fazıl’ın Çile’sindeki şu mısrayı döküyordu tuşlara:
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış / Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış.”
Elon Musk’ın Starlink uyduları gökyüzünü ele geçirirken, Ziya Nur Aksun’un tarih anlayışına kulak vermeliydik:
“Osmanlı, İslam’ın son kalesiydi; tarih, bu kaleden yükselen bir çığlıktır.”
Bir kitapçının tozlu raflarında, Erol Güngör’ün İslam’ın Bugünkü Meseleleri sessizce direniyordu. Genç bir kız, TikTok’ta dans ederken, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sındaki şu cümleyi düşünüyordu:
“Tarih, sadece geçmiş değil, köklerimize uzanan bir ipliktir.”
Ekran ışığı yüzüne vurdukça, Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı’ndan bir ses yankılandı:
“Edebiyat, milletin aynasıdır; kırık aynada güzellik görünmez.”
Ama tam da bu labirentin kalbinde, bir çocuk parkta taşlarla oynuyordu. Cep telefonu yok, sosyal medya hesabı yok— sadece Mehmed Âkif’in Safahat’ta tarif ettiği “Asım’ın nesli” nin sadeliği. Onun sessizliği, Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sindeki şu dizeleri hatırlatıyordu:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan / Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.”
Gece, şehri bir yorgan gibi örttüğünde; bir adam, balkonunda oturup Sezai Karakoç’un Mona Rosa’sını okuyordu:
“Güller çizilirken yüreğime / Kanımın sesini dinle.”
Tıpkı Necip Fazıl’ın Kaldırımlar’ında dediği gibi:
“Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında / Ve yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.”
Belki de gerçek ilerleme, Nurettin Topçu’nun Milliyetçiliğin Esasları’nda vurguladığı gibiydi:
“İnsan, kökleriyle var olur; köksüz medeniyet, gövdesiz dal gibidir.”
Cemil Meriç’in sözleri çınlıyordu zihinde:
“Her şey kaybolabilir, ama insanın kendi kendisiyle hesaplaşması asla.”
Sabah, metrobüs camından dışarı bakan bir kadın, ezan sesiyle yırtılan şafak sessizliğini fark etti. Ziya Nur Aksun’un dediği gibi:
“Tarih, sadece geçmiş değil; geleceğe uzanan bir köprüdür.”
Ve bugün bayramdı! Osman Yüksel Serdengeçti’nin Bayram şiirindeki gibi:
“Bayram, bir milletin dirilişidir; tohumun toprağı yırtışıdır.”
Çünkü bu topraklar, Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı’sından Ahmet Kabaklı’nın Türk Edebiyatı’na uzanan bir çınardı: Dallarında Mehmed Âkif’in istiklal marşı, gövdesinde Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı, köklerinde Erol Güngör’ün Türk Kültürü ve Milliyetçilik’i vardı.
Ve işte şimdi, bayram sabahının sessizliğinde, şehir yeniden doğuyordu. Sokaklar, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su gibiydi:
“Her şey yeniden ve ilk defa…”
Çünkü bir millet, ancak kendi ruhunu hatırladığında dirilir. Tıpkı Sezai Karakoç’un dediği gibi:
“Diriliş, bir çocuğun taşlarla kurduğu dünya kadar masum ve bir bayram sabahı kadar eskimezdir.”
Bugün bayram. Toprağın, taşın, göğün bayramı. Ruhun, dirilişin, Asım’ın neslinin bayramı.