“Allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor.” (Bakara 185)
Bu ayet, İslam’ın insana yük olmayan, aksine onu yücelten bir din olduğunu vurgular. Ancak bugün birçok Müslüman, bu ilahi kolaylık yerine Batı’nın karmaşık “spiritüel” pazarlarına yöneliyor. Kuantumun belirsiz sularında boğulanlar, yoga matlarında Hinduizm’e kayanlar, burçlarla kaderini şekillendirmeye çalışanlar… İslam’ın sunduğu berrak kaynak dururken, modern çağın bulanık sularına neden bu kadar susadık?

Peygamber Efendimiz (sav), “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Buhari) buyurarak, dinin özünün tebliğde ve yaşamda yumuşaklık olduğunu hatırlatır. Bu söz bir emir değil, ümmetine bir öğüt ve rehberliktir. Nitekim Sahabe nesli de bu tavsiyeyi hayata geçirdi. Hz. Ebubekir, halifelik döneminde halkın içinde sıradan bir insan gibi yaşadı. Hz. Ömer, adaleti katı kurallarla değil, vicdan ve merhametle tesis etti. Hz. Aişe, Peygamber’in (sav) evindeki sade yaşamı sürdürerek tevazunun timsali oldu. Ne yazık ki bugün, bu örneklerin yerini “kişisel gelişim guruları” ve “spiritüel influencer”lar aldı.

Tasavvuf, İslam’ın kalbi huzura eriştiren bir disiplini olarak, Peygamber’in (sav) kolaylaştırma çağrısına uygun şekilde gelişti. Mevlânâ’nın “Gel, ne olursan ol yine gel” çağrısı, insanı olduğu hâliyle kabul ederken; Yunus Emre’nin “İlim kendin bilmektir” sözü, öz benliği keşfetmenin önemini vurgular. Ancak günümüzde tasavvuf, “elit zikir halkaları” veya “pahalı çile programları” gibi ticarileşmiş uygulamalarla asıl amacından uzaklaştı. Oysa tasavvufun özü, zikirletefekkürle ve şükürle her an ulaşılabilir bir iç huzur sunar.

Modern sanılan çağın en dikkat çeken sapmalarından biri, kuantum söylemlerinin istismarıdır. Kuantum fiziği, bilimsel bir teori iken, “Düşünce gücüyle evreni yönet!” gibi sloganlarla pazarlanıyor. Bu yaklaşım, İslam’ın tevekkül anlayışını altüst ediyor. Kur’an’ın “Allah’a güven, vekil olarak Allah yeter” (Ahzab 3) uyarısına rağmen, insanlar kendi iradelerini mutlak güç sanıyor.

Yoga ise bedensel esnekliğin ötesinde Hinduizm’in inançlarını taşıyor. Meditasyon sırasında söylenen “Om” mantrası, Hinduizm’de evrenin yaratıcı sesi olarak kabul edilir ve tanrısal bir çağrıdır. Oysa İslam, namazı “gözümün nuru” (Nesai) diye tarif ederek, huzurun ancak Allah’a yönelişle bulunacağını öğretir.

Astroloji, falcılığın modern bir versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Burçlara göre karakter analizi veya gelecek tahmini, gaybı bilme iddiasıdır. Kur’an ise “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez” (Enam 59) diyerek bu tür sapkınlıkları reddeder.

Bu sapmanın temelinde, İslami öğretilerin derinliklerinden kopuş yatıyor. Gençler, Sahabe’nin mütevazı yaşamını veya Ehl-i Beyt’in direnişini değil, sosyal medyadaki “popüler kurtarıcıları” örnek alıyor. Tasavvufun sabır gerektiren yolculuğu, “5 adımda mutluluk” vaat eden kitapların yanında sönük kalıyor.

İyileştirme, Peygamber’in (sav) kolaylaştırma tavsiyesini yeniden hatırlamaktan geçer. Kur’an’ın anlaşılır diliyle buluşmak, Sahabe’nin sade yaşamını örnek almak, tasavvufu ticarileştirmeden özüne uygun yaşamak gerekiyor. Kuantumun belirsizliği yerine tevekkülü, yoga matları yerine secdeyi, burçlar yerine kader bilincini öne çıkarmalıyız.

Nihai olarak, İslam’ın kolaylık çağrısı, modern insanın karmaşa arayışına inat hâlâ geçerliliğini koruyor. Peygamber Efendimiz’in (sav) öğütlerine kulak verip, Batı’nın labirentlerinde değil, Kur’an’ın ışığında yürümek, gerçek huzuru bulmanın tek yoludur.

“Yıldızların sözüne değil, yıldızları yaratanın sözüne tutun.” 🌟