Donald Trump’ın ikinci kez Beyaz Saray’a dönüşü, küresel politik ekonomide adeta bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. “America First” sloganıyla şekillenen bu yeni dönem, realist bir dünya görüşünün güçlü bir yansıması: Güçlü olan kazanır, ittifaklar ise yalnızca çıkarlar örtüştüğünde anlamlıdır. Realizmin sahne aldığı bu yeni dünya düzeninde, ABD’nin çıkarlarını koruma stratejisi, küresel dengeleri nasıl etkileyecek?

Realizm, uluslararası ilişkiler literatüründe devletlerin çıkarlarını koruma refleksiyle hareket ettiği bir yaklaşımı temsil eder. Bu perspektifte, devletler güç mücadelesine odaklanır ve ittifaklar yalnızca ulusal çıkarlarla örtüştüğü sürece anlamlıdır. Trump’ın dış politika yaklaşımı da bu bağlamda realist doktrinle örtüşmektedir. İlk dönemi boyunca “önce Amerika” stratejisiyle hareket eden Trump, küresel düzende ABD’nin çıkarlarını merkeze koymuş, ekonomik ve askeri araçları kullanarak hegemonyayı pekiştirmeyi hedeflemiştir. İkinci dönemin bu çizgiyi daha da sertleştireceği aşikârdır.

Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor. 2024’te İsrail’in Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı öldürmesi ve örgütün askeri kapasitesini çökertmesi, İran’ın en güçlü vekil gücünü devre dışı bıraktı. Bu hamle, İsrail’in güvenlik doktrinini güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda İran’ın bölgesel nüfuzunu da derinden sarstı. Realist bir perspektiften bakıldığında, bu İsrail’in ulusal güvenlik çıkarlarını koruma adına attığı stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Ancak Lübnan ve Suriye’de doğan güç boşluğu, yeni aktörlerin devreye girmesi için zemin hazırlıyor. Trump, bu boşluğu İsrail’e daha fazla destekle mi dolduracak, yoksa diplomatik bir çözümle ABD’nin ekonomik çıkarlarını mı gözetecek? İsrail'in bölgesel ittifaklarını genişletme ve Arap ülkeleriyle normalleşme çabaları bu bağlamda nasıl şekillenecek?

Diğer yandan, DAEŞ’in 2025 itibarıyla küçük bir alana sıkışması, Trump liderliğindeki ilk dönemin askeri zaferini pekiştirmiş görünüyor. Ancak bu başarının jeopolitik getirileri nasıl yönetilecek? Orta Doğu’nun enerji kaynaklarına erişim mi, yoksa müttefiklere daha fazla silah satışı mı öncelik olacak? Bu soruların cevabı, realizmin “çıkar esaslı ittifaklar” doğasını bir kez daha gözler önüne seriyor. ABD’nin enerji güvenliğini sağlamlaştırma çabaları ve Suudi Arabistan’la gelişen stratejik ortaklıklar, bölgedeki denklemi daha da karmaşık hale getiriyor.

Türkiye’nin bölgedeki rolü de göz ardı edilemez. PKK’nın silah bırakma sürecine girmesi – ki bu süreç 2025’te hız kazandı – Türkiye’nin ulusal güvenlik politikalarının bir sonucu olabilir. Trump’ın Türkiye ile ilişkileri, özellikle Suriye’deki Kürt meselesinde nasıl bir realist tavır sergileyecek? ABD’nin YPG’ye verdiği desteğin azalması ya da Türkiye’ye ekonomik ve askeri teşviklerin artırılması, iki ülke ilişkilerinin geleceği açısından kritik önem taşıyor. Ayrıca, Türkiye’nin Orta Doğu’da yeni bölgesel güç olma stratejisi, ABD ile dengeli ilişkiler kurma arayışını da etkiliyor. Bu noktada Trump’ın NATO’ya bakış açısı ve Türkiye’nin ittifak içindeki rolü de yeniden tartışmaya açılabilir.

Rusya-Ukrayna savaşı ise küresel enerji piyasalarını ve güç dengesini şekillendirmeye devam ediyor. Üçüncü yılına giren bu çatışma, Avrupa’yı enerji krizine sürüklerken, ABD’nin LNG ihracatını artırarak ekonomik kazanç elde ettiği bir fırsata dönüştü. Trump, ikinci döneminde bu savaşa nasıl yaklaşacak? Müzakere masasına Rusya’yı oturtmak mı, yoksa yaptırımlarla Moskova’yı daha da sıkıştırmak mı? Bu çatışma, realist dış politikanın ABD’nin stratejik çıkarlarını koruma mücadelesinde nasıl şekilleneceğini gösterecek. Aynı zamanda, Avrupa’nın enerji bağımlılığını azaltma çabaları, ABD’nin Avrupa üzerindeki ekonomik ve siyasi etkisini artırabilir.

İsrail-İran çatışması ise realist oyunun en tehlikeli sahnesi. Hizbullah’ın çöküşü ve Hamas’ın zayıflaması, İran’ı doğrudan bir çatışmaya zorlayabilir. Trump’ın ilk döneminde gerçekleştirdiği Soleimani suikastı, İran’a verilen güçlü bir mesajdı. Peki, ikinci dönemde İran’a karşı nasıl bir strateji izlenecek? Askeri baskı mı yoksa yeni yaptırımlar mı? Bu, Körfez ülkeleriyle ittifakların güçlendirilmesi açısından önemli bir sınav olacak. Ayrıca İran’ın nükleer programının kontrol altına alınması, Trump’ın yeni dönem dış politika gündeminde belirleyici bir başlık olarak öne çıkacak.

Ekonomik cephede ise Trump’ın korumacı politikaları, küresel tedarik zincirlerinde büyük kırılmalara neden olabilir. Çin’e yönelik tarifeler, müttefiklere baskı ve çok taraflı ticaret kurumlarına mesafeli duruş, ABD’nin kendi çıkarlarını koruma refleksi olarak öne çıkıyor. Realizmin temel prensibi olan “kazananı güçlü olan belirler” anlayışı, Trump’ın ikinci döneminde daha da belirgin hale gelebilir. Ancak bu politikaların, ABD’nin küresel ticaret liderliği üzerindeki etkisi de tartışmalı bir konu olarak gündeme gelebilir.

Sonuç olarak, Trump’ın ikinci dönemi realizmin zaferi mi, yoksa dünya düzeninde yeni bir kaosun habercisi mi olacak? ABD’nin liderlik iddiasını pekiştiren hamleler mi göreceğiz, yoksa küresel güç çatışmaları yeni vekalet savaşlarını mı tetikleyecek? Bu soruların yanıtı, sadece Washington’da değil, dünyanın dört bir yanında merakla bekleniyor.