Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Kasım 2024

Kitleselleş(tir)me

Genelde toplumlar özelde Türkiye’de insanlar farklı sorunları(nı) dile getirmektedirler; fakat aynı toplumların kendi kaderlerini sahiplenmek konusunda hiçbir çaba göstermediklerini ve küresel dünyada kitselleş(tiril)meye razı olduklarını görmekteyiz.

Kanaatimizce önemli bir problem olan kitleselleşme, toplumdaki insanları birbirinden yalıtık, ilgisiz, bencilleşmiş, içine dönük, kamusal yükümlülükten uzak ve sadece kendisiyle ilgilenir hale getirme durumlarını içermektedir. Böyle bir insan profili, kamusal sorunlarla ilgilenmeyip, sadece kendisi ile ilgilidir. Böyle bir zihni yapının sonucunda, komşusunun sorunlarından bigane kalınır; ancak aynı sorunu kendi yaşadığında yalnız kalmak da onun kaderi haline gelir ve neticede insanların ilgisizliğinden yakınır.

Doğrusu Türkiye gibi Batı dışı coğrafyada yer alan ve kültürel gecikmeyle Batı’lı tecrübeleri yaşayan ülkelerde henüz geçmişte varolan geleneksel refleksler kaybolmadığı için giderek azalsa da tasvir edilen manzaranın dışında olan daha çok belli bir yaşın üzerinde insanlar vardır. Ancak yeni nesillerde bu kaybolmaktadır.

Batı’da modernite ile birlikte yaşanan Fransız İhtilali, Aydınlanma düşüncesi gibi devrim niteliğinde olan değişimler baş gösterdiğinde, ilk sosyologların da temel sorunu toplumlarda dinin bıraktığı boşlukta dayanışmanın nasıl sağlanacağı üzerine olmuştur. Emile Durkheim dayanışma duygusunu, kökeni toplumsal olsa yine dinde bulmuştur. Alexis De Toucqueville de “Amerika’da Demokrasi” isimli çalışmasında satıraralarında bireyselleşme ve bunun ardından gelen kitleselleşmeyi bir problem olarak incelemektedir.

Kitleselleş(tir)meyi birkaç ana bileşen etrafında somutlaştırmak meseleyi etraflıca anlatmak için faydalı olacaktır. Birincisi, yukarıda belirtildiği üzere kitleselleşme insanlar arasında oluşturduğu yalıtıklık sebebiyle, dayanışmayı ve giderek sosyal kontrolü azaltır. Bu, bir yönüyle insanların kontrolsüzlüğü demekse de, son kertede mutlak kontrol edici olarak devlet ile bireyler arasındaki sivil alanları tahrip etmektedir. Sivil alanların tahribi ise, insanlar arasında hem dayanışmayı, hem toplumsallığın kuvvetini azaltmaktadır.

Kitleselleşmede ikinci önemli nokta kolay yönetimsellik ile ilintilidir. Küreselleşen dünyada insanların kitleselleştirilerek kolay yönetimselliği bir amaç olarak benimsenmiştir. Kitleselleştirme için toplumdaki insanların birbirinden yalıtık, ilgisiz hale gelmeleri beklenir. Bugün özellikle tüketim, postmodern öznellik, hazcılık, içe dönüklük (insanlarla muhatap olmaktansa herkese ilgisiz yaşarım) bu yalıtık yaşamı derinleştirmektedir.

Daha geçen yüzyılın ilk yarısında Aldoux Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı bu kitleselleşmeyi oldukça belirgin biçimde tasvir etmektedir. Oradaki insanlar “buyrukları dinleyen sürüler haline gelmekte, her şeyi anlıksal olarak yaşamaktadırlar. Söz gelimi; mutluluğu ya da mutsuzluğu. Romanda onların da anlıksal olarak ilaçlarla giderilmesi sağlanmaktadır.

Bugün yaşadığımız küresel dünya, insanlara bir özgürlük hissi verirken nörobiyolojik yöntemlerini kullanarak her türlü iletişim araçları üzerinden buyruklar göndermektedir. Aslında bunların hiçbiri “buyruk” kipinde değildirler. Fakat kitleselleşme bir kere gerçekleştikten sonra, neredeyse insanlar “daha fazlası” diye postmodern küresel sisteme yalvarmaktadırlar.

İfadeyi yazarken “kitleselleş(tir)me” şeklinde iki farklı düzeyi vurgulamak için (tir) ekini paranteze aldım. Kitleselleşme her ne kadar modernitenin tarihin sonunda hedefledikleriyle tezat teşkil ediyorsa da, ilk sosyologların da gördükleri gibi gelinecek bir kader olmuştur. Kitleselleş(tir)me ise postmodern küresel dünyada aktörlerin insanları ciddi sorunlardan uzak tutarak oyalanmasını sağlayan bir yönetimsellik içeriği taşımaktadır.

Tam bu sebeple dünyanın bugün ihtiyacı insanların kim olduklarına ve dünyada niçin bulunduklarına dair bir bilinç ve uyanış geliştirmeleridir. Doğrusu peygamberler de buradan başlamışlardı.