Dolar (USD)
35.16
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2977.94
BIST 100
9949.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Kasım 2024

Kaderini sahiplenmek

Gündelik haberler takip edildiğinde buradan farklı sonuçlar çıkarmak mümkündür ancak tartışılması gereken başlıklardan birisinin toplumsal çürüme olduğu da kuşku götürmez biçimde ortaya çıkmaktadır. Kısa yoldan köşe dönme, ponzi sistemi, para kazanmanın yegane amaç haline gelmesi; hasılı arzuları yerine getirmek için aradaki insani ilkeleri dikkate almama bu konudaki görünür sonuçlar olarak nitelendirilebilir. Biz bu konuyu farklı boyutlarıyla Yetkin Düşünce dergisinde özel bir dosya konusu olarak işledik.

Bir tespit yaptıktan sonra atılması gereken adımlardan birisi buna sebep olan sosyal, kültürel, siyasal vb. analizler ise, bunun hemen akabinde nasıl bir yol izleneceğinin ortaya konulması müteakip adım olmalıdır. Bir toplumda negatif unsurları beslemeye devam eden “kültür” işlerlikte kaldığı sürece bunları değiştirmenin zor olacağına bir not olarak belirtmeliyiz. Esasen yapmayı düşündüğümüz analizlerde dikkat çekeceğimiz hususlar da bu işleyen kültüre yöneliktir. Öncelikle toplumsal çürümeyi besleyen ögelere kısaca dikkat çekmeye çalışalım.

Birincisi, Şehirleşmenin getirdiği karmaşıklık olarak zikredilebilir. Türkiye’de 1930’larda toplumun üçte ikisi kırsal alanda yaşarken, şu anda % 80’den fazlası şehre göç etmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin şehirleşme serencamında, insanlar şehrin yeni adap ve erkanını benimsemek yerine, kırsalı şehre taşımış; bu taşınan ögeler şehirde iş göremez hale gelmiş; bu ikisi arasında bocalayan insanlar arasındaki ilişkileri belirleyebilecek bu topluma özgü davranışları belirleyecek bir deneyim ve ilke üretememiştir.

Zaten bu süreçte “gelenek” ciddi bir eleştiriye uğradığı ve en önemlisi içerdiği sosyal ağlar şehirde zayıflayarak sosyal kontrol işlevini yitirdiği için burada bir normsuzluk durumu yaygınlaşmaktadır. Bugün toplumda hiç kimse anne-babalarının ilke ve anlayışlarını benimsiyor değildir. Burada ciddi bir boşluk oluşmuş görünmektedir.

İkincisi, bireyselleşmenin postmodern süreçlerle beslenerek uç boyutlara ve öznelleşmeye doğru gitmesidir ki, bunun sonucunda bencillikler ve yalnızlık ta yan çıktılar şeklinde kendisini göstermiştir. Modernite, geleneksel dönemden farklı olarak Tanrı yerine insanı merkeze alarak “eşya”yı okumuş, akabinde (ki bugün bu süreç bütün boyutlarıyla yaşanmaktadır) postmodernlik insan için hazlarını merkezileştirmiştir. İnsan hazlarının merkezde olduğu bir dünya, son kertede arzuların yükselmesi ve çatışmasını birlikte getirmektedir.

Toplumların hızlı değişim ve kırılma zamanları normsuzluk da yaygınlaşmaktadır. Söz gelimi; Fransız Devrimi’nin hemen ardından muhafazakarların tekrar, aile, cemaat, ara topluluklar, gelenek, geçmiş birikimlere atıfta bulunması bu bağlamda iyi anlaşılmalıdır. Bugün Türkiye’de dinin (kurumsal dinin) etkinliğinin zayıfladığı görülmekte, gelenek davranış normları ve ahlakiliği belirleme konusunda yetersiz kalmaktadır. Aslında Türkiye’de postmodernleşme yönündeki değişim sonucu, bugün aile, gençlik ve cemaat (bu kavramı salt dini cemaat değil, komünite (community) olarak da düşünelim) hasar gören kurumlar olarak daha çok tartışmaya açılmıştır. Arzuların yükseltildiği bu öznelleşmenin bir norma bağlanması önem arz etmektedir ki, bu konuda din özünde önemli pozitif bir etkendir. Zira dini söylem öncelikle “ihtirasların sınırlandırılması” üzerinde durmaktadır.

Habermas’ın modernitenin başarısızlığı noktasında öne sürdüğü üç önemli tezahür bugün işlemeye devam etmektedir. Birincisi, anlam problemini halledememiştir. İkincisi, insanın ikinci bir doğası oluşmuştur. Üçüncüsü de, toplumlar külliyen ekonominin diliyle konuşmaya başladıkları için dayanışma giderek azalmıştır.

Bu bağlamda iki noktaya dikkat çekmek isterim. Birincisi, toplum kendi kaderini sahiplenmelidir. İkincisi de, yeni bir din dili ve söylemine ihtiyaç bulunmaktadır.