Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın 2025 senesini "Aile Yılı" ilan ettiğini öğrendiğimde çok isabetli bir karar verildiğini düşündüm ve sevindim.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2025 senesini “Aile Yılı” ilan ettiğini öğrendiğimde çok isabetli bir karar verildiğini düşündüm ve sevindim. Evet aile, toplumun temel direği. Bunu herkes bilir ve söyler de hakkını verir mi, bilinmez. Eskiden “pederşahi aile”ler vardı. Dedelerin ninelerin, amca ve dayıların da bulunduğu geniş aileler… Torunlar dedeleri ve nineleriyle birlikte huzurla yaşardı. O ne güzel, muazzam dünyaydı. Şimdi “çekirdek aile”ler var.

Çocukluk ve delikanlılık yıllarımı yaşadığım Siirt’te böyle geniş aileler çoktu ve mutluluk daha fazlaydı. Sonra bu saadeti kaybeden bazı hayırsız evlatlar, sebeb-i vücutları olan anne ve babalarını ‘huzur evleri’ne bırakıverdiler. Aman Allah’ım ne korkunç hâl! Çocuklar, anne ve babalarından ilk terbiyelerini alırlardı belki ama dedeler ve nineler de önemli öğütleriyle eksik bırakılan boşlukları tamamlardı. Yani yaşlılar eve yük olmaz, aksine katkı sağlardı. Anlattıkları ibretli hikâye ve hatıralar sayesinde, bilmediklerimizi onlardan öğrenirdik.

Necip Fazıl’ın çocukluk hatıralarını okumalı. 70 yazarımızın çocukluk anılarını, ilk kitabım Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları’nda toplamıştım. Annelere, babalara, dedelere, ninelere dair unutulmaz anılar bahçesidir orası. Üstad orada ‘büyükbabası’nı anlatır. İlk öğretmeni dedesidir ve henüz 4-5 yaşlarındayken okuma yazmayı ondan öğrenir. Hazret-i Ali Efendimizin menkıbelerini, ilk dinî telkinleri de ondan dinler. Şairler Sultanı’nın Çemberlitaş’taki konakta yaşadığı o ölümsüz hatıralarından birkaç satırı okuyalım:

“Büyük babamı görüyorum; aşağı kattaki yemek salonunda, büyük sofranın başında… Etrafında haremi, kızları, gelini ve torunları… Solunda ve yanı başında ben varım… Hava soğuksa muhakkak onun kürküne bürülüyüm… Büyükbabam her an bana bitişik yaşar. O sofraya gelen sıcak yemeklerden hiç hoşlanmaz. İşte, cici annemi ve hizmetçileri haşlıyor. Herkes başı önünde susuyor; bir benim başım dik… İstersem avaz avaz haykırabilirim, büyük babamı da susturabilirim. Bana izin sonsuz… Büyüklerin, çocuklar yedikten sonra sofraya oturduğu zamanda da ben, hem küçüklerin hem de büyüklerin masasında hep başköşedeyim… Anlaşılıyor ki, konağın ruhu büyük babam; ben de onun ruhuyum… Çünkü biricik oğlunun biricik oğluyum; babadan oğula içinde yaşattığı soy idealinin onca en mükemmel numunesiyim.”

Rahmetli babamı hatırlıyorum. Esnaftı, ayakkabı tamircisiydi. Sabah namazından sonra dükkânını açar, akşam ezanına kadar çalışırdı. O devirde çalışma hayatı, namaz vakitlerine göre ayarlanırdı. Akşam ezanı okununca, pencereden babamı gözetlemeye başlardım. Yola çıkmıştır, gelecektir. Hakikaten ezandan yarım saat sonra o ağır yürüyüşüyle sokağımızın başında görünür, yokuşu aheste aheste çıkardı. Çok sevinirdim. Merhume annemle birlikte kurdukları bu çatı altında çocukları büyüdü, onlar da evlendi, yavruları oldu. Evlenen yedi evlattan doğan torunlar kapladı dört bir yanı. O ne saadet devriydi Allah’ım! Mesut insanlar, hayatı en güzel hâliyle yaşardı. Çocuk romanım Yıldızlarla Uyumak’ta o sevimli yılları anlatıyorum.

Hiç unutamıyorum. Yeğenim Mirza bir gün koşup dükkâna telaşla gelmişti. Babam elindeki ayakkabının sert köselesini zorlukla dikiyordu. Ben de onu seyrediyordum. Mirza, gelir gelmez bir müjde verirmişçesine, “Dede evde zeytin bitti!” deyiverdi. Babam dönüp hayretle, “Daha geçenlerde bir sandık zeytin göndermiştik, ne oldu?” diye sorunca Mirzacık o tatlı konuşmasıyla “Hepsini yedik dede, biz çok iştahlıyız!” Babam cebinden para çıkarıp zeytin parasını uzatırken “İyi” demişti kısaca. Şimdi torunların dedeleriyle yaşadıkları birikmiş hatıraları ne yazık ki ya yok veya çok az. Dedeler ve nineler bugün artık ayrı evlerde oturuyorlar. Torunlar ailenin büyüklerini az görüyor. Ben şuurlu anne ve babalara şunu tavsiye ediyorum: “Mümkünse çocuklarınızı dede ve ninelerinden ayırmayın. Aynı evde olmasa bile yakın muhitte oturun ki araya hasret girince hemen görüşebilsinler.”

Aile dedik hatıralara daldık. Müzmin bekâr bir arkadaşım var. Bir gün ona şöyle dua ettim: “Allah seni dede etsin!” Şaşırdı, güldü ve “Yahu ben daha evlenmedim ki? Nasıl olacak bu iş?” Ben de “Tamam işte, o büyük mutluluğu tadabilmen için önce evlenmeye karar vermen lazım. Sonra baba olacaksın ve gün gelecek o yavruların büyüyecek, onlar da yeni bir yuva kuracaklar, çocukları olacak. Sen de dede olacaksın.” Arkadaşım tebessüm etti, “İnşallah” dedi. Şaka bir yana gençlerimize aile mutluluğunu anlatmalıyız. Hayatın aslında çok uzun olmadığını, yılların çabucak geçtiğini aktarmalıyız. Gençler anne ve babaları hayatta iken bu sünneti ihya edip evlensinler. Maddi endişeye gerek yok! Bütün canlıların rızkını veren Cenabı Allah, evlenen gençlere de yardım eder. Rızıkta genişlik, geçimde bereket olur. Ben bunu kendi hayatımda yaşadım. Aile kurmak dünyanın en güzel işlerinden. Hadi gençler, bu sene “2025 Aile Yılı”. Siz de harekete geçin, “Bismillah” deyip güzel bir yuva kurun. Göreceksiniz, dünya gözünüzde çok daha güzel olacak. Son sözü arif insan Hacı Mustafa Boyraz Efendi’den işitelim: “Hayat, aile hayatı içinde yaşamaktır.”