Dolar (USD)
34.34
Euro (EUR)
36.30
Gram Altın
2827.94
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Ekim 2024

Vadedilmiş topraklar ve İsrail'in jeopolitik idealleri

İsrail, tarihi boyunca güvenlik önceliklerini belirlerken stratejik hedefler ve olasılıklar üzerinde derin bir hassasiyetle hareket etmiş bir ülkedir. Bu güvenlik öncelikleri, genellikle bölgesel tehditlere karşı koymak ve dış politikada caydırıcı bir güç olarak varlığını sürdürmek üzerinden şekillenir. Bugün ise İsrail’in dikkatini Ortadoğu’daki en hassas enerji arterlerinden birine, İran’ın petrol ihracatının yüzde 85’ini sağlayan Harg (Kharg) Adası’na çevirdiğini görüyoruz.

Harg Adası, Basra Körfezi’nin kuzeyinde, İran kıyılarından 25 kilometre açıkta bulunuyor ve İran’ın petrol ve doğalgaz ihracatı için kritik bir merkezdir. Bu bölgeye yapılacak herhangi bir saldırı, İran’ın petrol gelirlerinde dramatik bir azalma yaratabilir ve hâlihazırda yaptırımlar altında ezilen ekonomisini tamamen felç edebilir. Nitekim, bu tür bir darbe İran’ın silahlanma ve bölgedeki vekil güçlerine (proxy) destek verme kapasitesini ciddi şekilde zayıflatacaktır. Peki, böylesine büyük bir ekonomik ve askeri kaybın İran’ı nasıl bir hamleye yöneltebileceğini değerlendirdiğimizde karşımıza Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ihtimali çıkıyor.

Hürmüz Boğazı, dünya petrol ticaretinin yaklaşık yüzde 20’sinin geçtiği bir deniz koridorudur ve petrol piyasasının can damarı konumundadır. Eğer İran, Harg Adası’na yapılacak bir saldırı sonucu kendini köşeye sıkışmış hissederse, Boğaz’ı kapatma ve bu bölgeyi mayınlama yoluna başvurabilir. Böyle bir senaryoda Körfez ülkelerinden yapılan petrol ihracatı neredeyse durma noktasına gelir ve küresel petrol fiyatlarında büyük bir sıçrama yaşanır. Bu durum, sadece Ortadoğu’yu değil, ABD, AB ve Asya ekonomilerini de doğrudan etkiler ve yeni bir küresel ekonomik krizin fitilini ateşler.

ABD, enerji ve jeopolitik çıkarlarını korumak için Körfez’deki bu blokajı kırmak üzere askeri müdahalede bulunmak zorunda kalabilir. Ancak, bu tür bir askeri angajman hem bölgedeki dengeleri altüst eder hem de ABD’nin askeri kapasitesini ve ekonomik gücünü zorlayacak yeni bir cephenin açılmasına yol açar. Bu yüzden, İsrail’in İran’a yönelik bu tür saldırı planları ABD’yi de risk altına sokabilir ve Amerika’nın bölgesel çatışmalara doğrudan müdahil olmasını gerektirebilir. İşte bu noktada Netanyahu’nun hamlesinin yalnızca İsrail’in güvenliği açısından değil, aynı zamanda ABD’nin bölgedeki angajmanını yeniden gözden geçirmesi açısından da bir zorlayıcı etken olduğunu söyleyebiliriz.

İsrail, son yıllarda ABD’nin Ortadoğu’daki pasif tutumundan giderek daha fazla rahatsızlık duymaktadır. 2021 yılında ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı, bu rahatsızlığı daha da perçinlemiştir. İsrail, kendini Batı’nın pasifliğinin yol açabileceği güvenlik boşluğunun tam ortasında buluyor. Bu yüzden Netanyahu, İsrail’in güvenliği için ABD’ye ve Batı’ya güvenmenin ötesinde kendi askeri ve istihbari kapasitesini kullanarak bölgesel düzeni sağlamaya çalışmaktadır.

Netanyahu’nun İran’a yönelik olası hamleleri, ABD’nin çıkarlarıyla çatışabilir. Zira, ABD yönetimi için Harg Adası’na yapılacak bir saldırı, Hürmüz Boğazı’nın kapanma riskini artıran, dolayısıyla enerji piyasalarında büyük dalgalanmalara yol açabilecek bir gelişme olacaktır. Bu yüzden, Washington’un İsrail’i böyle bir saldırıdan alıkoymaya çalıştığını görmek şaşırtıcı olmaz. Eğer bu tür bir saldırı gerçekleşmezse, ABD’nin devreye girdiğini ve “benim de başımı belaya sokma” mesajını Netanyahu’ya ilettiğini düşünebiliriz. Ancak, Netanyahu’nun jeopolitik vizyonu ve İsrail’in güvenlik çıkarları, ABD ile tam uyum içinde ilerlemek zorunda değil. İsrail, gerektiğinde ABD’nin itirazlarını göz ardı edebilir.

İsrail’in askeri harekât planları yalnızca İran’la sınırlı değil. Gazze ve Batı Şeria’nın ardından Lübnan’a yönelik operasyonlar ve Suriye’deki hedeflere düzenlenen saldırılar, İsrail’in “Vadedilmiş Topraklar” hayalinin bir parçası olarak okunabilir. “Arz-ı Mevud” (Vadedilmiş Topraklar), Tevrat’ta Yahudilere vaat edilen toprakları ifade eder ve bugünkü İsrail’in mevcut sınırlarını aşan bir bölgeyi kapsar. Tarih boyunca İsrail, bu hedef doğrultusunda adım adım topraklarını genişleterek bölgesel hâkimiyetini artırmayı amaçlamıştır. Ancak bu yayılmacı politika, hem bölgedeki Arap devletlerinin hem de İran gibi bölgesel güçlerin İsrail’e yönelik tepkilerini artırmış ve bölgeyi sürekli bir çatışma atmosferine mahkûm etmiştir.

İsrail’in Harg Adası’na yönelik olası bir saldırı planı ve bu saldırının getireceği jeopolitik etkiler, sadece İran ve İsrail’i değil, tüm dünya ekonomilerini ve ABD’nin stratejik çıkarlarını tehdit eden bir kriz senaryosu yaratabilir. Bu tür bir hamlenin ardından Hürmüz Boğazı’nın kapanması ve bölgedeki tüm petrol ihracatının durması, küresel piyasalarda bir domino etkisi başlatır. ABD’nin bu duruma tepkisi ise yalnızca bölgesel değil, küresel bir çatışmayı tetikleyebilir.

Netanyahu’nun bu olasılıkları gözeten bir askeri ve diplomatik hamle stratejisiyle hareket ettiğini düşünmek, İsrail’in gelecekte atacağı adımların yalnızca bölgeyi değil, dünya siyasetini de şekillendirebileceğini gözler önüne seriyor. Eğer Harg Adası bombalanmazsa, ABD’nin bu plana taş koyduğu ve Ortadoğu’daki stratejik dengeyi korumak için kendi çıkarlarını öne çıkardığı netleşmiş olur. Ancak, İsrail’in böyle bir planı hayata geçirmesi halinde, dünya ekonomisinin ve küresel güvenliğin büyük bir sınavdan geçeceği aşikârdır.