Dolar (USD)
34.62
Euro (EUR)
36.64
Gram Altın
2934.40
BIST 100
9639.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Kasım 2024

​Snoplar ve Çınar Ağaçları

Son birkaç on yılda da gördük ki Türkiye’nin tarihi biraz da snopluğun tarihidir. Solculuk-sağcılık, ilericilik-gericilik, modern-muhafazakar hiç fark etmeksizin, snopluk Türkiye’nin genlerine işlemiş ve ne insan ne görüş ne de çağ ayırt etmeksizin herkesin burnundan içeri girmiş, kalbinin, ciğerinin, dalağının bir parçası olmuştur. Bu kavram da diğer bazı kavramlar gibi ülkeye Tanzimatçılar maharetiyle girdi ve yürürlükten hiç düşmediği gibi yolculuğuna aralıksız devam etti. Geri çekildiği, soluklaştığı idealist dönemler olmuştur belki ama yolculuğunu hiç kesintiye uğratmadığı, en sert savaş ortamlarında bile bulunduğu yerden kafasını çıkarıp ortalığı şöyle bir kolaçan ettiği kesin. Kelimenin kendini en iyi hissettiği, özgürce dolaşımda olduğu süreçler ise tüketimin en çok kışkırtıldığı, yani insanın arzularına ve nesneye en ziyade köleleştiği dönemler olmuştur hiç kuşkusuz. Şimdilerde ne vakit çevreme baksam snopluğun elli renginin yüzlerinde cirit attığı insanlarla karşılaşıyorum.

Baştan beri, edebiyatı sevmemin, ona coşkuyla sarılmamın gerekçelerinden biri de onun kendine özgü inceliğiyle insanlık tarihini kabalıklarından arındırıp sarıp sarmalama hüviyetidir. Bir milletin edebiyat tarihini okuduğunuzda onun geçmişten bugüne kaba saba geçmişi yerine duyarlılıklarının evrimleşmesini de takip edersiniz. İşin içine eyleyişlerin yanı sıra psikoloji de girince elde ettiğiniz resim bir karikatür olmaktan çıkar, net fotoğraflara dönüşür. Türkiye’nin snopluk tarihi de bundan vareste değil. Türk edebiyatı tarihinin ilk snoplarını Ahmet Mithat Efendi Rakım Efendi tipiyle betimlemiş, ardından Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası’nda kelimenin anlam alanını ayrıntılaştırmış, genişletmiştir. Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu’sunda; Hüseyin Rahmi’nin Şık ve Şıpsevdi romanlarında da izlerine rastladığımız snoplar Yakup Kadri romanlarında neredeyse atmosferin tamamına hakim olur. Snopluk Kiralık Konak’ta, Ankara’da, Sodom ve Gomore’de nefes alıp veren herkesin kanına bir şekilde bulaşır, hayata bakışın vazgeçilmez dokusu oluverir. Bu yönüyle bakıldığında snopluk Türkiye’nin sosyal tarihinin olduğu kadar roman tarihinin de en değişmez birkaç izleğinden birini oluşturur.

Bu romanlarda da görülük ki snopluk bir bakış açısı, bir algılama biçimi, hatta belki de bir yaşam tarzıdır. Duyarlılığı muhtemelen insanlık kadar eskidir ya kavramın sosyolojinin sınırlarına dahil oluşu 1820’li yıllardır. Kavram tarihçilerine göre Ortaçağ skolastisizminden modernleşmeye sızan hiyerarşinin bir yansımasıdır snopluk. Bununla birlikte, her terimin özel hikayesinde olduğu gibi snopluğun ortaya çıkışına dair de bir hikaye anlatılır. Üniversite eğitimi almaya gelen ortalama kesimden bir grup genç kendilerini soylulardan ayırmak için imza sirküsüne isimlerini “sin noble”, yani “asil değil”yazıyorlardı. Kavram, birkaç on yıl içinde Türkçede de hatırı sayılır yeri olan “sonradan görme” anlamında kullanılmaya başlanmış, zaten Tanzimat elitleri tarafından da bu anlamıyla yürürlüğe konmuştur. Batı tarihindeki yolculuğunu, kavramın nerelerden geçip nerelerde oyalandığını ve mevcut aşamada nerede, nasıl konakladığını bilmem ya Türk tarihindeki yolculuğunun “sonradan görmeye” bir de “sonradan gördüğünün farkında olmama”, “sonradan gördüğü halde baştan beri hep gördüğü zehabına kapılma, hatta buna kendini de inandırmanın”, dahası “sonradan görmenin öncesine dair, geriye, en geriye, ortaya çıktığı kaynağa yönelik derin nefretin” eklendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü “sin noble”de bir tespit, bir itiraf, bir kabulleniş vardır. Ben soylu değilim ve bunu kabul ediyorum der snop orada. “Burada” ise “sin” bir olumsuzluk öneki olmaktan çıkar ve başka bir çağrışım alanıyla buluşarak sefil ruhların yalan söyleyen aynalarında yine yalancı bir asalet kabuğu kisvesiyle, bir anlamda geçmişi inkar içeriğiyle buluşur. O inkarı örtmek için zaten Türk snobunun “geldiği yeri”, geçmişini karalamaktan ve o karalamayı meşrulaştırmak için “unutmaktan” başka çaresi yoktur. Zaten onların yaptığı da odur. Ancak “bizim snoplar” geldiği yeri unutmanın en radikal yolu olarak bir de bu unutuşa katmerli “nefretler” eklemekte, “geldikleri yerden gelenlerle” her karşılaştıklarında onlara, en hafifiyle, bakışlarda üstü zarafetle örtülmüş kaba tahfifatlar göndererek yerlerini olduğundan daha sıkılaştırdıkları zehabına kapılmaktadır. Snopluğun özelliklerinden biri de utanmayı unutmaktır ya, kavram Türkiye’de vardığı yeri görse utancından varlığını lağveder ve bütün sözlüklerdeki mevcutiyetini ortadan kaldırırdı.

Snopluğun tarihini değil de doğasını, işlevini ve bir mesleğe nasıl dönüştüğünü bir başka yazıya bırakarak onun Türk dehasındaki inikasını anlatan kısa ama harika bir hikayeyle yolculuğumuzu bitirelim: Çingene saraya gelin olmuş. İşini gücünü bitirdikten sonra huzurla bir çınar ağacının gölgesine tünemiş, geçmişini düşünürken dikkati çınar ağacının o güzelim dallarına kilitlenmiş. Ah, ah demiş, içinden, bu dallardan ne güzel kasnak olurdu! Snoplar da dalar ve dalgınlık, unutuşun düşmanıdır… Biz o çınar ağacıyız ey snoplar, daldığınız her yerde rahatınızı kaçıracak ve sizi artık geride bıraktığınız, bir daha asla ulaşamayacağınız geçmişinizle yüzleştirecek, her yüzleşmede varlığınızı morartacak bir dalımız var, iyi ki var.