ABD Başkanı Donald Trump, koltuğa yeniden oturduğu gün, “önce Amerika” narasıyla dünyaya seslendi. Ardından ne mi yaptı? Çin’den gelen mallara önce yüzde 34, sonra yüzde 104 ve nihayet yüzde 145 gümrük vergisi koydu. Ardından Avrupa’ya, Vietnam’a ve birçok ticaret partnerine tek tek sert mesajlar gönderdi: “Sizi de hizaya sokacağız.” Dünya, yeniden iki kutuplu bir ticari savaşın tam ortasında buldu kendini.

Ama bu savaşın silahı ne uçak ne de füze. Bu kez mermiler gümrük vergisi, mayınlar tedarik zincirleri, top atışları dolar kuru üzerinden geliyor. Ve bu savaş, kazananı olmayan bir yıkımın eşiğinde.

Trump’ın “Amerika’yı koruyoruz” bahanesiyle başlattığı bu yeni vergi rejimi, aslında yeni bir küresel sömürgeleştirme operasyonudur. Kimsenin dostu değil; sadece menfaati vardır. Çin’e uyguladığı ağır vergilerle tüm dünyaya aba altından sopa gösteren Washington, “tarafını seç” diyor.

Bakınız Avrupa bile titriyor. Almanya’nın dev otomotiv sektörü panikte. Vietnam pazarlık masasından kalkamıyor. Çin karşılık verdikçe Trump daha da tırmandırıyor. Bu tablo bize bir şeyi tekrar gösteriyor:

Ekonomik bağımsızlığı olmayanın siyasi egemenliği de uzun sürmez.

Türkiye Bu Savaşta Nerede Duracak?

Türkiye’nin bu fırtınanın tam ortasında sağlam bir duruş sergilemesi gerekiyor. Şükür ki, Trump’ın yeni vergi listesinde ülkemiz %10’luk en düşük tarifeyle sınıflandırıldı. Fakat bu avantaj, geçici bir pencere. Çünkü ekonomik sistemin dışına itilen her ülke, günün sonunda daha da ağır şartlarla yüzleşiyor.

Bugün Çin’in başına gelen, yarın Türkiye’nin de başına gelebilir. Eğer hâlâ yazılımı dışarıdan alıyor, çipi ithal ediyor, enerjiyi dolarla tedarik ediyor ve üretim için ithalata bağımlı yaşıyorsak, bu tarife sopası bir gün bizim için de kalkar.

Artık Sınırda Değil, Eşikdeyiz

Devir artık “sırtımızı bir yere yaslama” devri değil; ayağa kalkma devridir. Türkiye ya bu yeni dünya düzeninin edilgen ülkesi olacak ya da kendi oyununu kuracak. Bunun yolu bellidir:

                •             Yüksek teknolojiye dayalı yerli üretim,

                •             Enerjide tam bağımsızlık,

                •             İhracatta pazar çeşitliliği,

                •             Dijital altyapıda milli alternatifler,

                •             Ve en önemlisi: halkıyla, işçisiyle, sanayicisiyle üretim bilinci.

Çünkü bu çağın fetihleri topla tüfekle değil, kodla, çip’le, veriyle yapılacak.

Ey Türkiye, Unutma!

Biz bu toprakları sadece savaşla değil, alın teriyle, üretimle, dirayetle koruruz. Şimdi, dünya yeniden hizaya çekilirken, büyük bir karar anındayız:

Ya üretimle yükseliriz ya da ithalat zinciriyle boğuluruz.

Ya kendi çipimizi yaparız ya da başkasının veri kölesi oluruz.

Ya kendi göbeğimizi kendimiz keseriz ya da yediğimiz her lokmada borç öderiz.

Bu saatten sonra çare dışarıda değil içeridedir. Yüksek faizle, ithal reçeteyle, ithal enerjiyle, ithal yazılımla hiçbir millet ayakta kalamaz. Milli iktisat, milli sanayi ve milli teknoloji… Bu üç sütun üzerinde yükselmezsek, Trump gider başkası gelir ama zincir hep aynı kalır.

Bu çağda savaşın adı değişti ama hedefi aynı kaldı: bağımlı milletler, bağımsız pazarlar.

O yüzden şimdi “dirayet” zamanıdır.

Her fabrika bir kaledir. Her üretici bir neferdir. Her yerli marka bir cephedir.

Birlikte üreteceğiz, birlikte dayanacağız.

Yerli olandan yana olacağız.

Çünkü bu coğrafyada var kalmanın tek şartı; ekonomik istiklaldir.

Ve o da ancak, milletçe dimdik durarak sağlanır.

Dünyanın yeniden dizayn edildiği bu dönemde, senin rotan milletin alın teri, kalem gücü ve üretim iradesi olsun.

Dirayetli dur, bağımsız kal! Çünkü bu topraklar, baş eğerek değil; üreterek yaşanır!

Sanayide dirayet, dış politikada denge, içeride birlik…

Bu millet ayağa kalktığında zincir tutmaz, tehdit sökmez, sömürge düzeni işlemez.