Dolar (USD)
35.01
Euro (EUR)
36.78
Gram Altın
2977.47
BIST 100
9958.43
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Aralık 2024

Sanat Hayata Müdahaledir

Bütün sanatlar bir dil inşa eder, o dil üzerinden hayatla buluşur. Dil, işte bu yüzden, aklın akış imkanıdır. Potansiyel olarak yağmur, kar, ırmak, göl ve denize ait varoluşların hepsi ancak buzun çözülmesiyle mümkündür ve dil olmaksızın akıl katı buz kütlesinden farksızdır. Dilin ışığı o buza dokunduğu an akış başlar ve bütün iklimler şenlenir. Diller, tam da bu yüzden, zihnin yollarıdır, zihne topografya ekler, zihnin haritalarını belirginleştirir. Kimi bir patika olarak dağa bayıra ulaşmanın, kimi daha gelişmiş bir yol olarak şehre varmanın, vardırmanın imkanlarını sunar diller. Ortak noktası ulaştırmak olan diller ile yollar arasında sanıldığından çok daha sıkı bir ilişki vardır. Yollar fizyolojiyi durağanlıktan kurtarıp yürümeye, açılmaya vesile olurken diller de zihinleri yeni düşüncelere, duyarlılıklara, bağlamlara bağlamanın zarif, yumuşak, ipekten ipleridir. Kimi gündelik dil olarak küçük kımıltılarla bir insandan uçar, öteki insanın yüzüne konar; kimi şiir dili olarak yoğun duyguların anlık patlamalarıyla bir kalpten ötekine nefes üfler; kimi hukuk dili olarak vicdanın sesine dönüşür, insanlar arasındaki hakkın hukukun sözcülüğünü yapar; kimi de ıslatmayan ama buğu salan yağmurlar, konuşmayan ama ha bire renk değiştiren bulutlar gibi derinin altında bir görünür, bir kaybolur iç ses olarak. Bütün bunlar derlenip toparlanarak yazarın iç dünyasında düzene girer, organize olur ve edebiyat adıyla tarihin çağıltılı akışının derinlerine nüfuz eder, suya rengini verir.

Bu durum, sanatın öteki formları için de böyledir. Her sanat uğraşının kendine özgü bir dili, hangi ihtiyaçtan ortaya çıktıysa o ihtiyaca göre şekillenmiş bir doğası vardır. Örneğin resim, konuşamamanın, dile getiremeyişin, lal oluşun bir patlaması olarak, kendini görüntülere emanet etmek; müzik suskunluğun ortasına bir ses eklemek; heykeltıraşlık donukluğun yüzüne bir kahkaha patlatmak; trajedi kötü talihin suratına bir şamar aşk etmek; komedi gülünç tutarsızlıkların söküğünü görünür kılmak amacıyla yola çıkmış, kendi lisanını kurmuş sanat türleridir. Aynı durum, tiyatro ile romanın sentezi sayılabilecek sinema için de geçerlidir. Gerçek hayatta arayıp erişmek istediğimiz ancak bulamadığımız, bulma imkanını büsbütün yitirdiğimiz sayısız yaşam formunu, arka cebimizden düşürdüğümüz sayısız hayali kalbimizin üstündeki ön cebimize sessizce yerleştirerek sinema da sanat dünyasındaki haklı yerini almıştır. Hangi niyetle ortaya çıkmış olursa olsun bütün sanatlar bu halleriyle hayata yönelik bir cümle kurarlar ve bir şekilde doğanın bıraktığı boşluğu, bütünü tamamlama içgüdüsüyle doldurmaya çalışırlar. Kötü sanatçılar eliyle bu boşluk bir “tamamlama”dan ziyade “yama”ya dönüşmüş olsa da zamanın maharetli elleri o yamalı üretimleri hayatın kıyısına itmiş, tamir görevi görenleri ise insanlık ufkunda daima sabitkadem kılmıştır. Böylece sanat hep insanlık tarihinin alın hizasında durmuş, kimi duyguları derinleştirerek, kimi zihinleri keskinleştirerek, kimi zaman da bir karakter ekleyerek insan anatomisinin, hatta varoluşunun beş duyudan sonraki en asil uzantı olmuştur. Hassasiyetin derisi olarak sanat, bütün zamanlarda varoluşu dış tehditlerden korumanın, içsel zenginliği tahrip edişin en azılı düşmanı olmuştur. Bu derinin, elbette anatomik deriye bir üstünlüğü vardır: O sadece soğuğu, sıcağı, zehirliyi, faydalıyı haber vermez; çoğu zaman henüz yola çıkmış bir felaketi de öngörür ki sanata ve sanatçıya dair basiret insanlık gemisinin karaya vurmasını da yanlış tarafa savrulmasını da engellemiştir. Bazı bazı kötülüğün önüne geçememiştir, geri çekilmiş, suskun kalmıştır o başka ama kötülüğe hemen hiç rıza göstermemiş, alkış tutmamış, gücün kötüye kullanımının katalizörü olmamıştır. Kaynağı vicdan, aklıselim ve yürek olduğu için sanat bile bile hiçbir zaman insanı aşındıracak, ona zarar verecek, onun onuruyla oynayacak bir eyleyiş içinde olmamıştır. Belki de son dönemde sanata yönelik devasa provakasyonların, onu ayağa düşürme çabalarının, onun kimliğiyle, kişiliğiyle oynayarak onursuzlaştırma gayretlerinin, sanatı sanatçının elinden alarak makinelere teslim etme iradesinin altında tam da bu, sanatın doğasına yönelik “iyiliği” yok etme düşüncesi yatmaktadır. Şiiri, kalbi olmayan robotlara peşkeş çekmek; romanı piyasa koşullarına göre koşullanmış tüccarlara yazdırmak; hikayeyi sanal dünyanın optik körlüğüne terk etmek, bir bütün olarak sanatı vicdandan, yürekten yalıtarak mekanik üretimlerin insafına bırakmak elbette bir hesap işidir. Onlar da biliyorlar ki sanat olduğu sürece insaniyet hayvanileştirilemez ve dünya asla bir ahıra dönüştürülemez. Onlar da biliyorlar ki kalp ölmeden vicdan yere düşmez. Onlar da biliyorlar ki kalbin sözcülüğünü üstlenmiş sanatçı hayatın kıyısına sürgün edilmeden soğukkanlı cinayetler işlenemez. Onlar da biliyor ki kötülük metastazının önündeki en büyük engel sanatın bizatihi kendisidir ve o mefluç hale getirilmedikçe insanlıktan umut kesilmez. Ve işte bu yüzden, tam da bundan dolayı sanatın hayata müdahale etmesini engellemek için sanata müdahale ediyorlar. Her yerde olan, hiçbir yerdedir. Bunu biliyorlar.