Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Kasım 2024

​Kadın Lider İsteyen Dünya, Kadın Başkan Seçemeyen Amerika

Tüm dünyaya “demokrasi” ve “eşitlik” mesajları yağdıran Amerika Birleşik Devletleri, tarihin sayfalarına kazınmış büyük mücadelelere, önemli kadın hakları kazanımlarına sahiptir. Ancak, bu koca imparatorluğun başkanlık makamına bir kadının seçilememiş olması, tüm bu söylemlerin bir paradoks gibi havada kalmasına sebep oluyor. Amerikan toplumunun kadın liderliğine bakış açısını ve bunun ardında yatan sebepleri masaya yatırdığımızda, bu çelişkinin köklerinin oldukça derinlere indiğini görüyoruz.

Her ne kadar ABD, “özgürlükler ülkesi” olarak lanse edilse de, Amerikan toplumunun genel yapısı hala cinsiyet rollerine sıkı sıkıya bağlı. Kadınların toplumsal normlarda yer edinen rolleri, genellikle aile içinde “destekleyici” olarak tanımlanırken, liderlik ve otorite pozisyonları hala “erkek işi” olarak görülmekte. Bu algı, her ne kadar yüzeyde yumuşatılmış gibi görünse de, seçim sandıklarında kendini açıkça belli ediyor. Hillary Clinton’ın 2016’daki kaybı, bir kadın adayın bile toplum nezdinde “yeterince güvenilir” ve “otoriter” bulunmadığını gösterdi.

Amerikan medya kuruluşlarının kadın adaylara yönelik eleştirileri incelendiğinde, erkek adaylara uygulanan standartlardan ne kadar farklı olduğunu görmek mümkün. Kadın adaylar; duygusal, agresif ya da zayıf olarak nitelendirilebilirken, aynı davranışlar erkek adaylar için “liderlik vasfı” olarak öne çıkarılıyor. Hillary Clinton’a yönelik “fazla soğuk” ya da Elizabeth Warren’a yönelik “aşırı sert” eleştirileri, kadınların liderlik pozisyonlarına ulaşmalarının önündeki çifte standardı ortaya koyuyor.

Bir kadın lideri “sert” olmakla eleştirirken, bir erkeği “güçlü” olarak lanse eden bu dil, toplumsal algıyı bilinçaltında etkiliyor ve kadın adaylara karşı bir önyargı yaratıyor.

Medyanın algı yönetimi, kadın liderler üzerinden çifte standart …

Kadın adayların Amerika’da erkek rakiplerine kıyasla daha fazla zorluklarla karşılaştıkları bir gerçek. Bir kadın aday, liderlik vasıflarını kanıtlamak için erkek rakiplerine göre iki kat fazla çalışmak zorunda kalıyor. Üstelik ailevi yükümlülükler ve annelik rolü, kadın adayların kariyerlerinde “negatif” bir özellik olarak karşılarına çıkabiliyor.

Michelle Obama’nın kendine olan güveni ve hitabet yeteneği büyük takdir topladı, ancak bir kadın olarak başkanlık yarışına girmesi, Amerikan kamuoyunda bir risk olarak değerlendirildi. Kamala Harris’in yükselişi, umut vaat etmiş gibi görünse de, başkanlık yarışında bu engelleri aşamadığı için başarılı olamadı.

Angela Merkel, Almanya’yı yıllarca başarıyla yönetti. Jacinda Ardern, Yeni Zelanda’da pandemi sürecinde sergilediği liderlik ile tüm dünyada hayranlık uyandırdı. Finlandiya Başbakanı Sanna Marin ise genç yaşına rağmen güçlü bir liderlik örneği sergiledi. Dünya genelinde birçok ülke kadın liderler tarafından yönetilirken, Amerika’nın hala bir kadın başkan seçememiş olması düşündürücü değil mi?

ABD, kendini “demokrasinin kalesi” olarak tanımlıyor. Ancak, kendi ülkesinde bir kadın lideri kabul edememesi, Amerika’nın demokrasi ve eşitlik söylemlerinin içi boş olduğuna işaret ediyor. Kendi içlerinde bu başarıyı sağlayamayan Amerika’nın, diğer ülkelerin iç işlerine karışarak “kadın hakları” savunuculuğu yapması büyük bir çelişki oluşturuyor.

Tüm dünyaya “özgürlük” ve “eşitlik” dersi veren Amerika Birleşik Devletleri, kendi evinin önünü süpürememiş bir durumda. Amerikan toplumunun derin köklerine yerleşmiş cinsiyet rolleri ve kadın liderliğe yönelik önyargılar, bu sürecin önünde büyük bir engel teşkil ediyor. Kadın adaylar ne kadar yetkin ve başarılı olursa olsun, Amerikan seçmeninin zihinlerindeki kalıplar hala kırılmayı bekliyor.

Amerika’nın bir kadın başkan seçebilmesi, toplumun köklü bir değişimi kabul etmesiyle mümkün olacak. O zamana kadar, tüm dünyada kadın liderleri övüp kendi ülkesinde bu başarıyı gösteremeyen bir Amerika görmeye devam edeceğiz.

Belki de asıl sorun; Amerika’nın, dünyaya eşitlik dersi verirken aynaya bakmaktan kaçınmasında yatıyor.

ABD, tüm dünyaya dayattığı algıya kendisi dahi inanmıyor. Ve netice olarak kadın liderler sınıfta kalıyor.