Travma Demeden Önce: Açıklanması en zor bozukluklar, kişinin yaşamında, acı çekilen durumun ciddiyetine sebep olabilecek uygun bir olay ya da çevresel etki bulamadıklarımızdır; bu durumu ilişkilendirebileceğimiz belirgin bir olay yoktur ya da ortaya çıkan semptomlar ve durumun ciddiyeti, olası bağlantılı olaylara göre çok orantısızdır. İnsan, iktisadi, kültürel, sosyal, dini, ahlaki, hukuki ve çevresel faktörlerin oluşturduğu karmaşık bir ağın içinde yaşamaktadır. İletişimin olduğu her yerde etkileşim, etkileşimin olduğu yerde de iletişim vardır. İletişim araçları ne kadar çok gelişirse gelişsin, bunun özünde daima insan vardır. Bu iletişim ve etkileşimler insan ve toplum üstünde olumlu ya da olumsuz duygu, düşünce ve davranışların oluşumunda etkin rol oynar. Kısaca, gerçekten tehdit altındaysak, mesela biri bizi silahla tehdit ediyorsa, korku yaşamamız çok doğaldır. Peki, neden bazı insanlar, verili durumla bağlantılı olmayan, açıklanamaz korkuların esiri oluyor? Niye sebepsiz yere panik ve dehşet bu insanları çarpıyor? Niye bazı çocuklar doğuştan itibaren aşırı derecede korku yaşıyor. Aynı çevresel ortamları, sokağı, işi ve hatta eğlence merkezlerini paylaştığımız halde birilerinde umutsuzluk, dayanma gücünün azalması, aile içi şiddet ve duygularla baş edememe gözlemlenmektedir.
Bunun sonucunda yalnızlık, toplumdan kopuş, şiddet, içe kapanıklık ve umutsuzluk olmaktadır. Bazen daha az kavranabilir bir şey de, büyüdüklerinde bağımsız ve yetişkin olmayı beceremeyen çocukların durumudur. Toplumda depresyon olaylarındaki artış, okullarda silah ve bıçak taşıyan, madde kullanan gençlerin giderek arttığı, yollarda kavgaya dönüşen trafik kazaları, işten çıkarılmış canı sıkılan işçilerin eski iş arkadaşlarını ya da işverenleri katletmesi gibi yükselen öfke ve saldırganlık dalgalarını izlemekteyiz.
Bu tepkileri gösterenler aslında, okul yıllarında normal bir gelişime sahip gözükürler; zekidirler, derslerinde oldukça başarılı sayılırlar. Ama birdenbire kişilikleri değişmeye başlar. İçlerine kapanıp, tuhaf ritüeller yapıp, anlaşılmaz şekilde konuşmaya başlayabilirler. Bu durumu yaşayan pek çok genç kadın ve erkek, problemleri aşikar olduğu halde yardımı da reddeder. Ne var ki, yürekleri ve zihinlerinde derin bir şekilde bilinç bulanıklığı yaşarlar. Bazılarının içinde, capcanlı savaş imgeleri, tecavüz ya da diğer dehşet sahneleri belirebilir, giderek gerçek dışı bir dünyaya çekilebilirler. İçlerindeki bu resim ve duygu seline zıt olarak, soyut bir şekilde iyi ve kötü hakkında sürekli ıstırap çeker, giderek gerçeklikle temaslarını kaybedebilirler. Okullarını, diğer mesleki eğitimlerini bitirmeyi başaramazlar ve psikiyatrik kurum ve aile arasında dolanıp dururlar. Yüksek dozda psiko etken ilaçlar alıp gerçek bir iyileşme beklentisi olmadan yaşamlarını geçirirler.
Dünyada yapılan araştırmaların çoğunda bulunan bir tasvir ilgi çekicidir; kişi ne kadar genç ise yaşadığı sarsıntıdan o kadar çok etkilenmektedir. Bu durum elbette hayat tecrübesinin stresle baş etme konusunda bir katkı sağladığını göstermektedir. Sarsıntıyla baş etmeyi sağlayabilecek bilişsel, duyuşsal, fiziksel ya da maddi kaynaklardan yoksun olmak da başka bir faktördür. Kurbanın yaşadığı olay öncesinde de halihazırda bir psikolojik sorununun var olmasının, sarsıntının etkisini daha da arttırdığı görülmektedir. Depresif bir dönem geçiren bir kadın bunun üstüne yetmezmiş gibi bir de tecavüze uğradığında artık belki de hiç kimseye güven duymayacaktır. Kişinin kendine duyduğu saygı ne kadar düşükse yaşadığı sarsıntıdan o kadar çok etkilenmektedir.
Sağlıksız, mutsuz, anormal, şiddet içeren bir ailede büyümüş olma başka bir etkendir çünkü bu olumsuz yaşantılar insanın kendisini güven içerisinde hissetme yönündeki temel ihtiyacını engelleyen yaşantılardır. Yine çocukken istenmeyen olaylara maruz kalmış olma da çok belirleyicidir. Kadın olma da önemli bir etkendir. Nevrotik kişilik yapısına sahip insanların bir sarsıntıdan daha çok etkilendikleri görülmektedir. Aslında yaşanan sarsıntı da zaten kırılgan, hassas bir ruh yapısının iyice dağılmasına yol açmış olur. Hayatı ve yaşadığı olaylar üzerinde kontrol duygusunun düşük olduğuna inanan insanlarda da sarsıntının daha yıkıcı bir etki yaptığı bilinmektedir. Sosyal destekten yoksun, evlilik doyumsuzluğu yaşayan, ekonomik yetersizlik içerisinde olan insanların da başkalarına göre sarsıntılardan daha çok acı çektikleri görülmektedir. Bazı insanlar yaşadıkları olayların tüm SORUMLULUĞUNU üzerlerine alırlar ki; bu kişilik özelliği de sarsıntılardan çok etkilenmelerine neden olur.
Yaşamın her döneminde psikolojik sarsıntılar; hayatın bir parçası gibi herkesin değişik konularda ve değişik düzeylerde maruz kaldığı, fakat bazı bireylerin bu psikolojik sarsıntının kötü etkilerinin bile farkında bile olmadığı görülmektedir. Karşılıklı saygı ve sevgiden mahrum bir evlilikte ile içinde oluşan duygusal, davranışsal ve fiziksel şiddet, aile içinde bulunanlarda değişik düzeylerde olumsuz etki gösterecek ve kişilerin geleceğinde de etkili rol oynayacak, kocasından dayak yiyen bir kadın "kocamdır, döver de sever de" diyerek kendi geleceğini ipotek altına almış olacaktır.
Psikolojik olaylar hiçbir zaman içinde bulundukları ortamdan bağımsız olarak ortaya çıkmazlar. İçinde bulunulan ortam, her zaman psikolojik sorunların bir parçasıdır. İnsan gelişimi biyolojik olgunlaşmanın yanı sıra, aynı zamanda sosyalleşmedir. Yaşam boyu süren sosyalleşme toplumun bir bireyi olma sürecini içerir. Bundan dolayı birey, içinde bulunduğu sosyo kültürel çevreyle sürekli bir etkileşim içindedir. İnsan psikolojisinde; kişi, kişilik, aile, çevre ve toplumun sosyal, ekonomik, kültürel ve idari değişikliklerinin önemli rolü vardır. Psikolojik sarsıntılarda, sarsıntının nedeni bilinir, fakat psikolojik sarsıntı sonrası gelişecek olan psikolojik olayların yansıması ve yansıtılması herkes için farklı olacaktır. Psikolojik sarsıntıyı hiç atlatamayacağına, yenemeyeceğine dair olumsuz beklentiye ve algıya sahip olanlar da vardır. Bu özelliklerinin yanı sıra yaşanan psikolojik sarsıntının türü, süresi yani yoğunluğu bireyleri ruhsal acıya götürmektedir.
Psikolojik sarsıntı nedeniyle acı çeken yetişkin ya da ergen olsun, ruhsal acının semptomları çok fazla ve çeşitlidir; Ruhsal acı; korku, kaygı, panik atak, ağır depresyon, dissosiyatif bozukluk, sınırda kişilik bozukluğu ve bunlara eşlik eden kendine ve başkalarına yönelik yıkıcı davranışın sayısız biçimleriyle tanımlanır. Şizofreni ve psikoz; varsını, sanrı, düzensiz konuşma ve davranışlarla kendini belli eden en ciddi ruhsal rahtsızlık biçimleridir. Ruhsal rahatsızlıklar erkek ve kadınlarda farklı tezahür etmektedir. Mesela, kadınlar depresyona daha yatkınken istatistikler erkeklerin daha çok alkolle ilgili problemleri olduğunu göstermektedir. Yeme bozuklukları genç kızlar arasında daha yaygındır, hiperaktivite ise erkek çocuklarda daha yaygındır. Avrupa'da erkekler arasında intihar ile ölüm oranı yüz bin kişide yirmi sekiz iken, kadınlarda yüz binde yedidir. Yani erkekler kadınlardan dört kat daha fazla intihar girişiminde bulunmaktadır. İntihar etmek isteyen erkekler kadınlara göre bu konuda daha başarılıdır. Erkekler için, intihar kendine zarar vermenin nihai noktası iken, kadınlarda bu daha çok yardım çağrısıdır.
Yarın bu konuya devam edeceğiz…
Sefa İle…