Süheyl Ünver'in Yeni Defterleri
Her biri kültür hazinemizden sayılan Süheyl Ünver in defterleri yayımlandıkça, sanat dünyamız daha da zenginleşip bereketleniyor.
Mehmet Nuri
Yardım
Sanat dünyamızın parlak yıldızı olan Ahmed Süheyl Ünver, büyük emekler
verip gezip gördüğü yerler, dolaştığı şehirler hakkında kıymetli defterler
yazmıştır. El emeğiyle ve büyük bir titizlikle doldurduğu bu defterlerin her biri,
kültür ve sanat hazinemizden parçalardır. Rivayetlere göre bu defterlerin
tamamı 1400 civarındadır. Defterleri Kubbealtı Neşriyâtı irfanımıza
kazandırıyor. Bugüne kadar Bursa
Defterleri, Edirne Defterleri, Konya Defterleri ve Orta Anadolu Defterleri neşredilmişti. Sanatkârımızın kaleme aldığı
bu defterlerin dışında şimdi yurtdışında hazırlanmış üç yeni defterle
buluşuyoruz: İran Defterleri 1: İran
Seyahatnâmesi, Mısır Defteri:
Mısır-nâme ve Irak Defteri:
Bağdâd-nâme.
Bu nadide eserler üzerinde duracağız ama öncelikle hayatını âdeta kitap
gibi yaşamış olan Süheyl Hoca’dan bir nebze bahsetmemiz gerekiyor. 1985 yılında
evinde ziyaret edip sohbet etme talihine eriştiğim Süheyl Ünver, ‘Klasik
Türk-İslam Sanatları’ diye adlandırılan an’anevi sanatlarımızın hamisi, sahibi,
koruyucusu ve yaşatıcısı olmuştur. Onun hepimizin üstünde büyük hakları vardır.
Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatta zirve olan bir edibimizin, vefatından
birkaç gün önce İstanbul Üniversitesi’nin önünde karşılaştığı Süheyl Ünver’e
âdeta veda eder gibi, “Süheyl, İstanbul sana emanet!” demesini çok manidar
bulmuşumdur. İstanbul gibi muhteşem ve muazzam bir şehir bir şahsa teslim
edilebilir mi? Eğer bu kişi Süheyl Ünver gibi ‘emin’ biri ise kalp huzuruyla
teslim edilir. Nitekim Tanpınar da bunun farkında ve şuurundadır. Süheyl
Hoca’nın İstanbul’a bütün benliğiyle sahip çıkacağını bilmiş ve buna
inanmıştır.
SADECE İSTANBUL MU?
Elbette merhum Süheyl Hocanın gayretinin temelinde büyük medeniyetimizi
yaşayan ve yaşatan İstanbul vardır. Ancak aynen Mevlâna’nın pergel
metaforundaki gibi bir ayağı Dersaadet’te ise diğer ayağıyla yurt içini ve
dışını gezmiş, medeniyetimizin izlerini tespit etmiş ve günümüze taşımıştır.
Evliya Çelebi’nin bir seyyah olarak Seyahatnamesi
ile yaptığı büyük hizmeti, Süheyl Ünver kalemi ve fırçasıyla tamamlamış ve başarmıştır.
Mütefekkir yazar Sâmiha Ayverdi’nin o güzel deyişiyle “gayret kemerini
kuşanmış” ve “Bismillah” deyip yola çıkmıştır. Bu yolda devşirdiği inci-mercan
güzellikleri de cömertçe aziz milletimize hediye etmiştir. Bazen düşünüyorum da
Allah korusun, Süheyl Hoca yaşamamış olsaydı bugün sanatımız ne kadar eksik,
sönük ve mecalsiz kalacaktı? Kim bilir hangi mahrumiyetlerin içinde bocalayıp
duracaktık? Başta Süheyl Ünver olmak üzere Necmeddin Okyay, Ekrem Hakkı
Ayverdi, Muhsin Demironat, Rikkat Kunt, Hâmid Aytaç, Ali Alparslan ve Mustafa
Düzgünman gibi üstatların hizmetleri elbette unutulamaz. Ancak bu şahsiyetler
arasında rüchaniyet hakkı Süheyl Hoca’nındır. Zira eski diye bir kenara
bırakılan, hatta o dönemde horlanıp dışlanan o muhteşem tezhib, minyatür,
nakış, hüsn-ü hat, ebru, cild ve diğer sanatlarımızı âdeta yeniden canlandırıp
ihya etmiş ve toplumun dikkatine ve istifadesine sunmuştur. Bu muazzam emeğin
hakkı ödenebilir mi, asla!
KAYIT TUTMAYI ÖĞRETTİ
Biz şifahi kültüre sahip bir milletiz. Okuyup yazmaktan ziyade konuşmayı
ve sohbeti severiz. Elbette sohbet kültürü de önemlidir. Hatta iyi sohbetleri
mütemadiyen dinleyenlerin ‘kulak mollası’ oldukları da aşikâr. Ancak ilim ve
sanat eserleri, kaydedilerek muhafaza edilir. Medeniyet böyle kurulur ve
gelecek nesillere emanet edilir. İşte Süheyl Hoca bunu yapmıştır ve hayalinde
yaşattığı bütün yüksek ideallerini tahakkuk ettirmiştir. Bize de yazı yazmanın,
kayıt tutmanın ehemmiyetini ve tarifsiz sevincini öğretmiştir. Hazret,
konuşmacı olduğu bir mahfilde uzun süre suskun kalınca yanına yanaşıp “Efendim
bir eksik mi var?” diye sorduklarında verdiği cevap harikulâdedir:
“Konuşamıyorum, zira dinleyicilerin hiçbirinin elinde kalem defter yok. Ben
bildiklerimi boşuna mı anlatacağım?” Tahmin edileceği gibi bütün dinleyicilere
kalem, defter dağıtılmış sonra Hoca konuşmaya, müktesebatını hazirunun önüne dökmeye
başlamıştır. Hocanın Türk süsleme sanatlarına yaptığı hizmetin hududu
çizilemez. Bunun için her zaman rahmetle, şükranla yâd edilmeyi hak ediyor.
GÖNÜL
COĞRAFYAMIZDAN
Süheyl Ünver’in yeni eserleri, ‘Gönül Coğrafyamız’ dediğimiz İslam
dünyasından. Bereketli ömrünü hayırlı icraat ve faaliyetlerle zinetlendiren
Hoca’nın yeni eserlerinden ilki İran
Defterleri 1 ismini taşıyor ve İran Seyahatnâmesi olarak adlandırılıyor. Milad
Salmani’nin yayına hazırladığı eserin sunuş yazısı, sanatkârımızın kızı Gülbün
Mesara’ya ait. Bilindiği gibi Hocanın defterleri Süleymaniye Kütüphânesi’nde
bulunuyor. İran Seyahatnâmesi’nin
diğer gezi defterlerinden çok zengin ve renkli bir örneği olduğunu belirten Mesara,
babasının İbn-i Sînâ’nın doğumunun hicrî bininci yıl dönümü münasebetiyle
Tahran’da 12 Nisan-8 Mayıs 1954 tarihleri arasında düzenlenen ihtifale
katıldığını belirtiyor. Bu tarihî seyahate devrin mühim ilim adamları olan Prof.
Dr. Kâzım İsmail Gürkan, Prof. D r. Ahmed Ateş, Prof. Dr. Aydın Sayılı da
Şehinşah Rıza Pehlevi’nin resmi dâvetlileri olarak iştirak etmişlerdir. Süheyl
Hoca, resmî programların dışında İran’daki çeşitli gezilere katılır,
fotoğraflar çeker, notlar alır. Hemedan, Tebriz seyahati esnasındaki intibaları
önemlidir. Süheyl Hoca, âdeta bir kültür ganimeti sayılan bu defter hakkında
şunları söylüyor: “Bu defterim gerek İran’da, gerek dönüş yolunda ve bilhassa
İstanbul’da elden ele dolaştı ve zannederim çok beğenildi. Ben şimdi açıkça
itiraf edeyim ki, bunu sevdiğim talebeme bir örnek olsun diye hazırladım. Onlar
unutmasınlar ki, ben her seyahatimde bir boş defteri alır, böyle doldururum.
Şüphe etmem ki, seneler sonra bu defter bir kıymet iktisap etmesin…”
BAĞDÂD-NÂME
Süheyl Hoca kendisine yapılan dâvetleri geri çevirmez. Ama gitmeden önce de hazırlığını yapar, zira ilim ve sanat heybelerini doldurup memlekete dönecektir. Irak Defteri: Bağdâd-nâme de böyle bereketli bir çalışmanın mahsulüdür. Yine Milad Salmani’nin neşre hazırladığı bu eserde de, Irak’a 20-28 Mart 1952 tarihleri arasında Irak’ın başşehri Bağdat’ta tertip edilen ihtifale katılışın ve ülkedeki şehirlere yapılan gezilerin semerelerini görüyoruz. Bu sefer seyahate katılanlar arasında İstanbul Üniversitesi’ni temsil eden Rektör Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan ile birlikte Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Ateş de vardır. Hanımı Müzehher Ünver de Hoca’ya bu seyahat esnasında eşlik etmektedir. Görüp dolaşılan şehir ve bölgeler, Babil, Musul, Necef ve Kerbelâ’dır. Bu cevelanda da Hoca, defterine zengin notlar almış, minik çizimler yapmış ve suluboya resimlerle hem defterini hem de seyahatini renklendirmiştir. Umumiyetle defterlere Osmanlı Türkçesiyle yazılan notlar çok düzenli, istifi mükemmel ve güzeldir. Hele Hoca’nın küçük resimleri ve vinyetleri o kadar tatlı ve hoş ki, sadece bunları seyretmek bile doğrusu insana huzur veriyor.
MISIR-NÂME
Üçüncü definemiz, Mısır Defteri:
Mısır-nâme ismini taşıyor. Bu eseri Üzeyir Karataş hazırlayıp okuyucunun
istifadesine sunuyor. Takdimden öğreniyoruz ki, Mısır-nâme, aziz Ünver’in, 45 yıllık dostu, eski hariciyecilerden
Esad Fuad Tugay’ın dâveti üzerine, 1951 senesi ocak ayında eşiyle birlikte
Mısır’a yaptığı üç haftalık bir seyahattir. İsminden de anlaşılacağı gibi bu
eser de, Afrika’nın gözdesi olan memleketten devşirilmiş notlardan ve malumattan
mürekkeptir. Bu kadim ülkede müzeleri, kütüphaneleri ve tarihî mekânları büyük
bir iştahla dolaşan Hoca, eski Mısır medeniyetine hayran kalır. En çok da bu
medeniyetin bakiyyesi olan eserlerin korunmasına sevinir. Nitekim hislerini şu
sözlerle dile getirir: “Mısır hep yapmış, hem de yazmış. Sanatla, târihle
meşgul olanlar mutlaka Mısır’dan geçmeli, vesselâm.”
İYİ MİHMANDAR
Merak edenler olabilir bu eserlerde Süheyl Bey’in inci gibi kaleme aldığı
eski/mez yazının karşılığı var mı? Elbette var. Osmanlı Türkçesine vakıf
olmayan okuyucu, Latin harflerine aktarılan metinleri rahatlıkla okuyabilecek
ve seyahatnameleri tetkik ederken maziye nefis yolculuk yapacaktır. Zira önümüzde
çok iyi bir mihmandar vardır. Hem göze, hem de gönle hitap eden ama idrakimizi
de harekete geçiren eserler, iyi ve titiz kütüphaneleri süslemeli. Zaten Süheyl
Ünver’in her yazdığı okunur, her anlattığı dinlenir, her yaptığı temaşa edilir.
Her üçü de, sanata meraklı olanların biricik el kitabıdır. Bu külliyatı
hazırlayanlar ve neşrinde emeği geçenler, her türlü takdiri, tebriki, alkışı ve
duayı hak ediyor. Ne diyelim, ömrünüze bereket!
Süheyl Hocanın
eserlerinde hepimizin ders alacağı veciz sözler vardır. Bunlar kelâm-ı
kibardandır ve bize ışık tutar, yolumuzu aydınlatır. “Asıl büyük israf, ömrün
beyhude yere sarfıdır. Çünkü bir saatlik ömür, yüz bin dinarla geri
çevrilemez.” diyen büyüğümüzün şu tavsiyeleri de kulaklarımıza küpe olmalıdır:
“Dostlara ağırlık verme ve onları sık sık taciz etme. Bize hizmet
eden zavallıları minnetle yâd ederek gönüllerini şad et. Güzel sözlerle ruhunu
incelt. Güzel resimli defterler doldur. Küçükleri sevindir. Her türlü mahlûka
acı. Örnek bir vatanperver ol!”