​Ayşe Barım ve ID İletişim arasında patlak veren tartışmalar, yüzeyde yalnızca medya ve eğlence sektörüne dair bir mesele gibi görünse de, arka planında siyasetin derin ve karmaşık dinamiklerini yansıtan önemli bir örnek teşkil ediyor.

Ayşe Barım ve ID İletişim arasında patlak veren tartışmalar, yüzeyde yalnızca medya ve eğlence sektörüne dair bir mesele gibi görünse de, arka planında siyasetin derin ve karmaşık dinamiklerini yansıtan önemli bir örnek teşkil ediyor. Menajerlik, pazarlama, tekelleşme ve karalama kavramları, yalnızca eğlence sektörüne değil, siyasetin de damarlarına işlemiş durumda. Bugün siyaseti, bu çıkar çarklarının nasıl şekillendirdiğini sorgulamak, demokratik değerler adına bir zorunluluktur.

Eğlence sektöründe menajerler, sanatçıların kariyerlerini yönlendirir, imajlarını inşa eder ve bir marka haline getirir. Siyasette ise aynı rolü danışmanlar, PR ekipleri ve medya kuruluşları üstlenir. Liderlerin topluma sunumu, hangi söylemlerin vurgulanacağı ve hangi kitlelere hitap edileceği gibi kritik kararlar, birer “siyasi menajerlik” faaliyetidir. Ancak burada sorulması gereken temel soru şudur: “İmaj her şey midir?” Gözlükler çıkarılsa da kumaş aynı kalıyorsa, halk sadece yüzeyde bir değişime mi ikna edilmeye çalışılmaktadır?

Tıpkı eğlence sektöründeki menajerlik firmalarının piyasayı tekelleştirmesi gibi, siyasette de güç, belirli grupların elinde yoğunlaşmaktadır. Bu durum, demokrasiyi zedeleyerek adil bir rekabet ortamını yok eder. Demokrasi, halkın iradesine dayanmalıdır; oysa pazarlama baronlarının şekillendirdiği sistemde, halkın iradesi manipüle edilmekte ve yerini yapay bir algı yönetimi almaktadır.

Bugün siyasetin doğası, ideolojilerin ve projelerin ötesine geçmiştir. Siyaset artık profesyonel bir pazarlama arenasıdır. Liderlerin kişisel hikayeleri, başarıları ve vaatleri, bir güven unsuru olarak pazarlanırken, sistemden çok lider odaklı bir anlayış gelişmektedir. Oysa “Sistemler kalıcıdır, kişiler gelip geçer.” Liderlerin marka haline getirilmesi, siyasetin kişiselleşmesine yol açarak gerçek sorunların tartışılmasını gölgede bırakmaktadır.

Liyakat Yerine “Pazarlanabilirlik”

Siyasi pozisyonlarda liyakat ve ehliyetin yerini, pazarlanabilirlik almıştır. Halkın gerçek ihtiyaçlarına cevap verebilme kapasitesi değil, “kime eğilip bükülebileceği” ya da “kimlerle ittifak kurabileceği” gibi kriterler ön plandadır. Bu durum, gerçek dava insanlarını basamaklarda ezerek, parlatılabilecek yüzler aramaya dayalı bir mekanizma yaratır. Halkın beklentileri bu sistemde yalnızca bir araçtır, amaç ise baronların çıkarlarını koruyacak bir düzen inşa etmektir.

5 Saniyede Zirve, 5 Saniyede Çöküş

Bugün pazarlama baronlarının elindeki güç öyle büyüktür ki, bir lideri 5 saniyede zirveye taşıyabilir ya da aynı hızda yerle bir edebilirler. Ancak bu sürecin en tehlikeli yanı, halkın karşısına çıkan bu siyasetçilerin, kendilerini pazarlayan ekiplerin gölgesinde kalmasıdır. Gerçekte liderler değil, onları pazarlayan mekanizmalar siyasetin görünmeyen hükümdarlarıdır.

Pazarlama baronlarının şekillendirdiği bu sistem, halkın iradesini perdeleyen bir yapı haline gelmiştir. Ancak bu kısır döngüden kurtulmak mümkündür. Siyaseti bu manipülatif çarklardan arındırmak için şu adımlar atılmalıdır:

Liyakat ve Ehliyeti Esas Almak: Siyasi pozisyonlarda liyakat ve ehliyet temel kriter haline getirilmelidir. Bir siyasetçinin pazarlanabilirliği değil, halka hizmet etme kapasitesi esas alınmalıdır.

Pazarlama Baronlarının Gücünü Kırmak: Halkın iradesinin, pazarlama stratejilerine kurban gitmemesi için liderlerin ve partilerin arkasındaki mekanizmalar görünür kılınmalıdır.

Son Söz: “Hakikat Daima Gün Yüzüne Çıkar”

Siyaseti gerçek anlamda halkın iradesine dayalı bir yapıya kavuşturmak için, pazarlama baronlarının gölgesinden kurtulmak şarttır. Demokrasi, siyasetçilerin değil halkın söz sahibi olduğu bir sistemdir. “Hakikat, en parlak sloganlardan daha güçlüdür ve sonunda her zaman kazanır.”