ABD ile Çin arasında yıllardır süregelen ve her geçen gün şiddetini artıran ticaret savaşı, artık yalnızca bir gümrük tarifeleri meselesi olmaktan çıkmış durumda. Bu mücadele, ekonomik boyutunun ötesinde; normatif değerler, teknolojik üstünlük, stratejik ittifaklar ve ideolojik hegemonya üzerinden yürüyen sistemsel bir çatışmanın habercisi. Küresel düzenin yeniden şekillendiği bu dönemde, karşılıklı hamleler adeta satranç tahtasında oynanan kritik hamleleri andırıyor. ABD-Çin mücadelesi, dünya siyasetinde yeni bir çağın kapılarını aralarken, Türkiye gibi yükselen güçlerin pozisyonları da bu karmaşık denklemde her zamankinden daha önemli hale geliyor.

Ekonomi mi, Hegemonya mı? Ticaret Savaşlarının Teorik Arka Planı

Merkantilist Perspektif: Devlet Gücünün Ekonomik Yansıması

Merkantilist teori, uluslararası ticareti sıfır toplamlı bir oyun olarak görür. Bu bağlamda Trump yönetiminin Çin’e karşı başlattığı gümrük vergileri hamlesi, yalnızca ekonomik değil; stratejik bir güç mücadelesidir. Çin’in teknolojik atılımları ve "Made in China 2025" gibi projeleri, ABD’nin küresel hegemonyası için doğrudan bir tehdit olarak algılandı. Artan tarifeler, üretim zincirlerini yeniden şekillendirme ve Çin’in yükselişini frenleme çabasının bir parçası olarak okunabilir.

Liberal Teori: Karşılıklı Bağımlılığın Krizi

Liberallerin pozitif toplamlı sistemine göre bu savaş, ekonomik rasyonaliteye aykırıdır. ABD ve Çin’in birbirine bağımlı ekonomileri, aslında iş birliğinden daha fazla kazanç sağlayabilirken; artan korumacılık, küresel yatırım akışlarını sekteye uğratıyor. Dünya Ticaret Örgütü gibi çok taraflı kurumlar zayıflarken, liberal düzenin dayandığı normatif çerçeve de aşınıyor. Ancak bu teorik çöküş, pratikte çok daha geniş sonuçlara yol açıyor: belirsizlik, enflasyonist baskılar, tedarik zincirlerinde kırılmalar.

Yapısalcı Görüş: Kapitalist Dönüşümün Çatışması

Yapısalcı yaklaşım, bu savaşı sermayenin küresel yeniden yapılanma süreci olarak değerlendiriyor. Çin’in üretim merkezi haline gelmesi ve sermaye birikimindeki rolü, merkez-çevre dengesini sarsıyor. ABD’nin tepkisi, aslında sistemin kendi iç çelişkilerinden kaynaklanıyor. Çatışma yalnızca devletler arasında değil; sermaye ile emek, çok uluslu şirketlerle ulus-devletler arasında da yaşanıyor.

Neo-Gramsciyen Bakış: Hegemonya, Rıza ve Normlar

Hegemonya yalnızca silahla değil; fikirlerle, değerlerle kurulur. ABD'nin "adil ticaret", "fikri mülkiyet hakları" gibi söylemleri, normatif üstünlük arayışının bir parçasıdır. Buna karşılık Çin; Asya Altyapı Yatırım Bankası, BRICS ve Kuşak-Yol Girişimi gibi platformlarla kendi hegemonik modelini inşa etmeye çalışıyor. Bu savaş, normlar savaşıdır; hangi değerlerin küresel sistemi şekillendireceği sorusu bu çatışmanın merkezinde yer alıyor.

Ticaretin Rauntları: Gümrük Tarifeleri Üzerinden Güç Gösterisi

  • 1. Raunt: ABD yüzde 34 ile başladı. Çin sessiz kaldı.
  • 2. Raunt: Çin aynı oranla karşılık verdi.
  • 3-7. Raunt: Vergi oranları karşılıklı olarak tırmandı. ABD %145’e kadar çıkarken, Çin de %125’e yükseltti.

Bu rakamlar, yalnızca ekonomi değil; güç gösterisinin de aracı haline geldi. Gümrük tarifeleri üzerinden yürüyen bu mücadele, aslında çok daha büyük bir güç rekabetinin simgesel yüzü.

Realizm Sahada: Trump ve Yeni Dönem Stratejisi

Donald Trump’ın ikinci kez başkanlık koltuğuna oturma ihtimali, realizmin uluslararası sistemde yeniden sahneye çıkışı anlamına geliyor. “Önce Amerika” doktrini, ittifakları bile çıkara endeksli hale getiren bir yaklaşımı temsil ediyor. Realist bakış, güç mücadelesinin kaçınılmaz olduğu varsayımıyla hareket ederken, ABD’nin korumacı politikaları bu anlayışın somut göstergesi.

Ortadoğu’da Yeni Kartlar: İsrail-İran, DAEŞ ve Türkiye

Ortadoğu’da Hizbullah’ın çöküşü ve İran’ın zayıflaması, bölgesel dengeleri sarsarken; DAEŞ’in etkisiz hale gelmesi, ABD’nin askeri varlığına yeni meşruiyet alanları sunuyor. Türkiye’nin terörle mücadelesi ve bölgedeki diplomatik girişimleri, bölgesel liderliğini pekiştiriyor. PKK’nın silah bırakma süreci, Türkiye’nin kararlılığının ürünü olarak yorumlanabilir. ABD-Türkiye ilişkileri ise, özellikle Suriye bağlamında yeni bir sınavdan geçiyor.

Enerji, Silah ve Çıkarlar: ABD'nin Bölgesel Kazanımı

Rusya-Ukrayna savaşı, ABD’ye enerji ihracatı açısından fırsatlar sunarken, Avrupa’yı daha bağımlı hale getiriyor. İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşme süreci, İran karşıtı bloklaşmayı güçlendiriyor. Bu tabloda Trump’ın tercihleri; baskı mı, müzakere mi sorusunu gündeme getiriyor.

Türkiye’nin Rolü: Yeni Dönemde Küresel Aktörlük

Türkiye, sadece terörle mücadeleyle değil; diplomatik girişimleri, ekonomik dayanıklılığı ve bölgesel vizyonuyla yeni düzenin kurucu aktörlerinden biri olmaya aday. NATO’daki konumu, Avrasya ile kurduğu dengeli ilişkiler ve savunma sanayisindeki yükseliş, Türkiye’yi küresel denklemde vazgeçilmez kılıyor.

Sonuç: Hegemonya Savaşlarının Yeni Evresi

Ticaret savaşları, artık sadece ekonomik değil; jeopolitik, ideolojik ve teknolojik bir güç mücadelesinin tezahürüdür. ABD-Çin ekseninde gelişen bu yeni soğuk savaşın, çok kutuplu bir dünya sistemine evrildiği aşikâr. Teoriler arasında seçim yapmak yerine, her birinin sunduğu açıklayıcı çerçeveleri birlikte düşünmek, bu karmaşık yapıyı daha iyi anlamamızı sağlar.

Dünya yeni bir düzene hazırlanırken, güç dengeleri yeniden yazılıyor. Türkiye ise bu yeni oyunun sadece izleyicisi değil; aktif oyuncusu olma yolunda güçlü adımlarla ilerliyor.