Sevgili genç, sevgili yarınlarım!

Okuduğunuz bu hitap, Hece Yayınları tarafından gençler için tasarlanmış Genç Hece serisinin sekizinci kitabı olan ve gazetemiz köşe yazarlarından Nuray Alper tarafından kaleme alınan “Zamanda Bir Pusula” isimli kitaptan alıntıdır.

Hani kitabı elinize alıp da böyle bir hitapla karşılaşınca insanın ben de genç olsaydım diyesi geliyor. Gençleri bu konuda şanslı buluyorum. Her ne kadar gençler “bizim zamanımızda” diye başlayan cümlelerden nefret etseler de ben “bizim zamanımızda kitaba ve bilgiye ulaşmak bu kadar kolay değildi” demek zorundayım. Kitaba ulaşmanın en kolay yolu İl Halk Kütüphaneleriydi. Tabi aradığınız kitabı birisi okumak için almadıysa…

Sadece bu kadar da değil… Şimdi özellikle edebiyata ilgi duyan gençlere yönelik yazarlık atölyeleri bile var. Oysa şahsen ben lise boyunca Kültür Edebiyat Kolunda faaliyet göstermeme, açılan her yarışmada okulumu temsilen katılıp kimi zaman ödüller aldığımda bile hiç olmazsa edebiyat hocalarımın “getir bakalım ne yazdın, nasıl yazdın?” diye sorduklarına şahit olmadım.

Gençlerin ilgisini çekecek türde yazılmış birçok kitap var ama özellikle gençlere hitap eden çok kitap olduğunu düşünmüyorum. Bu konuda aklıma gelen ilk eser Ali Fuat Başgil merhumun “Gençlerle Başbaşa”sı… Bu yönüyle Hece Yayınlarını ve hassaten yayınevi sahibi Ömer Faruk Ergezen ağabeyi tebrik etmek lazım. Hele de bu seride Nuray Alper gibi etkin ve yetkin bir kaleme yer vermeleri çok isabetli olmuş. Zira Nuray Alper bu kitaptaki her kelimeyi bir anne şefkati ile yazmış. İki erkek çocuk yetiştiren ve topluma pırıl pırıl iki delikanlı kazandıran Alper, bu kitabı kafasında kurgularken, yazarken hep bu rikkat, hassasiyet ve sorumlulukla yazmış.

“Sevgili genç, sevgili yarınlarım!”

Şu hitap bile muhatabına gel beni oku diyor… Yazar da daha kitabın ön sözünde:

“Elindeki çikolatayı ya da elmayı bitirip bütün dikkati ni bana vermeni istiyorum. Arkadan gelen televizyonun sesini mümkünse kapat, mümkün değilse bana seninle vakit geçirebileceğim özel bir alan aç. Orası gittikçe daha çok duyduğumuz kötü haberlerin ulaşamadığı, bilgisayar ve tablet ışıklarının aramıza sızamadığı küçük bir köşe ol sun. Orası ikimizin Frances Hodgson Burnett’in kitabında bahsettiği gizli bahçesi olsun.” diyerek adeta kitaba muhatap olacak genci ta yüreğinden yakalıyor…

Bu hitabı okuyan kim olursa olsun ister istemez yazarın o sihirli kelimelerine teslim oluveriyor.

Kitabı okumaya başladığında ise her sayfa bir diğer sayfanın da okunması için adeta davetiye gibi. Sürükleyicilik, samimiyet, hasbilik, zaman zaman olumlu anlamda gerilim, merak ve nihayetinde bir de bakıyorsunuz ki 120 sahife gözünüzde erimiş ve siz finale gelmişsiniz.

Kitap, iş olsun veya vazife savmak kabilinden değil gerçekten bir mühendis edasıyla her detay ince ince düşünülerek, araştırılarak yazılmış. Bir iç mimar gibi her kelime büyük bir titizlikle yerli yerine konularak müthiş bir iç dizayn sağlanmış. Belki size bu cümleler abartılı gelebilir ama kitabın içine girdiğinizde Türk ve Dünya edebiyatının birçok duayen ismi ve eseri o kadar özentili ve çaktırmadan satırlar arasına serpiştirilmiş ki hayran olmamak elde değil. İşte bu kitabı okuyan her genç mutlaka ve mutlaka bu isimleri ve bu eserleri merak edecek, en azından hayat hikâyelerini araştıracak akabinde ise bu eserlere ulaşmak isteyecektir.

Yirmi üç başlık altında toplanan yazıların konuları da gençlere yönelik konular olması da kitabın önemini artırıyor. Örneğin gençlerin teknoloji ile imtihanları hakkındaki bölüm, bu konuda can alıcı hususlara değinildiği için dikkatimden kaçmadı. Yazar muhataplarına, onları suçlamadan “Teknolojinin getirdiği şartlar iletişim çağında iletişimsiz kalmamıza mı sebep oluyor, başarı için teknolojik araç gereçleri imkân olarak kullanmamıza mı? Hakimiyet hangimizde?” (s.85) diye sorarak onların düşünmeye sevk ediyor.

Kitabın genelinde bir sohbet havası hâkim. Sanki eskilerin deyimiyle kitabın serencamı bir hasbihal içinde geçiyor. Yazar okurunda “sanki onunla önceden konuşmuş da şimdi bu huşular hakkında ona kendi düşüncelerini aktarırken karşısındakini anladığını, onun dinlediğini” hissettiriyor. Bu üslup ise ister istemez okuru kitaba bağlıyor, onu sıkmıyor ve hatta yazarın düşüncelerine ve fikirlerine karşı bir itiraza, bir rette, bir acabaya, bir tereddüde mahal bırakmıyor. Bu yönüyle kitabın mutlaka -özellikle- lise ve hatta üniversite öğrencileri ile buluşturulmasının, okutulmasının, üzerinde değerlendirmeler yapılmasının, yazarı ile okurunun buluşturularak mevzuları istişare etmelerinin gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda duyarlı idareci ve hocalarımız bence hemen harekete geçebilirler.

Son olarak kitabın fiziki yönü ve emek verenlerini de yad ederek yazımız sonlandıralım. Kitabın editörlüğünü Emrah Kanlıkama, son okumasını ise İbrahim Demirci üstlenmiş. Kitabın ismiyle müsemma bir uyuma sahip olan çarpıcı kapağı da www.sarakusta.com tarafından yapılmış. Kapak resmi; ormanın eteklerinden kıvrıla kıvrıla uzayan bir yol ve bu yolda yön arayan birisinin elinde tuttuğu pusuladan mürekkep güzel bir yağlı boya tablo gibi okurunu selamlıyor.

Yazarımızı bu güzel kitap için tebrik ediyor, yeni eserlerini beklediğimizi de belirtmeyi unutmuyoruz.