Dolar (USD)
35.34
Euro (EUR)
36.46
Gram Altın
3000.05
BIST 100
10075.17
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Fare Kapanı

Arafta yaşıyoruz… Kötü bir dünyanın eşiğinde, sersem sepelek, olabildiğince şuursuz, yaralı, kırgın, bitmiş, bitirilmiş, hayata ulanmış olarak değil, lehimlenmiş bile değil, yapıştırılmış, onun tarafından kıskıvrak yakalanmış olarak… Meyveye duran taze ruhlarımız kurutuldu, kesilip biçildi, küçük talaşlar olarak savrulup duruyor sağa sola… Ruhumuza kurulmuş tuzakların sayısı bedenlerimize yönelik olanlardan çok daha fazla, çok daha sinsi ve alabildiğine karmaşık… Hangi tuzak, ayartıdan muaftır ki? Çirkin gerçekler ile hoş tuzaklar arasında salınıp duranlar için düşmek dışında bir mukadderat olası mıdır sahiden? İçimizde kımıldanıp duran, yüzeye her çıktığında vicdanımızın kulaklarını sağır eden, bize insan olmayı, insanca yaşamayı sünepelik gibi gösteren hiçlik çığlıklarının başka bir sebebi olabilir mi? Bir tarafımızda kifayetsiz muktedirler ve onların suratlarından dünyaya akan hırs, kibir, kıskançlık, narsisizm, cehalet balçıkları; öte tarafımızda kifayetsizliği yeterlilik, hırsı kuvvet, kibri hak edilmiş hak, kıskançlığı ilerleme motivasyonu, narsisizmi yeşermenin vazgeçilmezi addeden cüce gözler… Kötü devler ve iyi cücelerin ağız kokuları arasına sıkışmış hayatlarımız elbette keyifsiz olacak. Biçim tarafından temsil edilen anlamın yeryüzünü terk etmesinin, dondurulmuş ölü hücrelerin tazelere yer vermek istemeyişinin, kamburlaşma korkusuyla göğün yere eğilmeyi reddedişinin sebebi de bu… Yağmurlar kirlenince şemsiyelere sarılmaktan başka çare yok. Bu vakitten sonra geleceği, geçmişte bırakan bizler için hangi yola sapmış olmanın ne anlamı var ki? Yaşanması gereken her şeyi yaşamadan bırakmış, üstelik artık yaşanacak hiçbir şeyi kalmamış bizler için gittiğimiz yolun ne önemi olabilir ki? Benjamin Button’un ruhu dolaşıyor ortalıkta. Belki bir farkla: Onun gittikçe gençleşen kof derisinin yerine bizim sentetik derilerimiz var. Onun zaman dışı ruhunun yerine bizim her esintiye ayak uyduran dağılgan ruhlarımız var.

Kötülük iyiliği her tarafta esaret altına aldı. Rehin alınmış hayatlar, emanete bırakılıp unutulmuş duygular çağından geçiyoruz. Uzaktan bakıyoruz hayata, uzaktan seviyor, uzaktan eğitiliyor, uzaktan besleniyoruz. Sipariş edilmiş hayatlarımız var, sipariş üzerine doğuyor, siparişle büyütülüyor, siparişle ölüyor, öldürülüyoruz. Düşünmüyor, düşündürülüyor; hissetmiyor, hissettiriliyoruz. Üstelik yaşamadığımıza, yaşattırıldığımıza dair kanaatlerimiz her gün biraz daha güçleniyor. Sınırları birbirine karışmış sayısız çürümenin yarattığı büyük bir bulamacın içinde çırpınıp duruyoruz. Bir adım ileri veya geri gitmek yok. İleri ile gerinin sınırları birbirine karıştırıldığı, üst üste bindirildiği, yok edildiği için duyular da birbirine karışıyor ve bu da ister istemez bulantı yaratıyor. Bir hedefe kenetlenmiş, karınca adımlarıyla bile olsa oraya yönelmek değil yaptığımız, içgüdüsel, rastgele yekinmelerle bulunduğu yerde debelenip durmak bu yüzden… Etrafımızı sarıp sarmalayan, belki de baştanbaşa kuşatan cilalanmış kötülüklerin zehri her gün içimize akıyor, kanımıza karışıyor, ruhumuzda var olagelen sınırları aşındırıyor. İyilik iyilik olarak, kötülük de kötülük olarak yaklaşmıyor artık. Ne vakit iyiliğe sarılsak içinden devasa bir kötülük çıkabiliyor. İnsandan önce galiba onlar kimliklerini yitirdi. İyilik kötülük elbisesiyle, kötülük de iyilik kisvesiyle görünüp kayboluyor. Kaybolmuyor aslında. Soluduğumuz hava gibi tenimizden içeri giriyor, ruhumuzun koridorlarını geçip organlarımıza mikrop bulaştırıyor, tuhaf eyleyişler olarak hayatın ortasına yerleşiyor.

Başlangıçtan beri türümüzün dikkati, kendinde olmayanı arayıp bulmaya adanmıştı. Eksiği gidermek, boşlukları doldurmak, sürekliliği sağlayan bir devridaimin garantörü olmak… İnsanı insan yapan da buydu. Aramak, aradığını bulmak, bulduğuyla yetinmek… Dünyaya akılla, vicdanla, duyguyla yapılmış her türden müdahalenin gerisinde hep bu “tamamlama” arzusu vardı. Tamamlayarak tamamlanma… Gramatoloji buna dayanıyordu. Gelinen noktada ise var olana gözlerini kapama; olanı, olması gereken yere yerleştirmek yerine çoğaltma eğilimi ile karşı karşıyayız ve bunun çaresi yok. Nitelik insaflıdır, bir yere gelince durur, çünkü sınırları vardır. Niceliğin sınırları ise yoktur. Nicelik egemenliğinin kötü huylarından biri de ne yapıp ederek punduna getirip niteliği katletmektir. Ne yazık ki niceliğe göre ayarlanmış bütün sistemlerde nitelik ya boğulur veya sistemin dışına atılır ve günümüz dünyasının en büyük trajedilerinden biri budur.

Her rüya bir kaçıştır, rüyadan kaçış ise kaçtıklarına yakalanmak demektir. Kaçacak hiçbir yerin, sığınacak hiç kimsenin olmadığı bir rüyanın tam içindeyiz, kıyısız bir bataklığın, karasız bir okyanusun… Talihe bakın ki gerçeklerden kaçarak daldığımız uykunun bize verdiği rüya, en az kendisinden kaçtıklarımız kadar korku verici… Her uyanış çirkin gerçeğe, her uyku tuzaklarla dolu rüyalara götürüyor bizi. Buradayız, işte tam burada: Fazlalıklarımızın yapıştırdığı yer ile azlıklarımızın mecalsiz bıraktığı yer arasında… Sözün özü şu ki ışık gidince gölgeler hükümsüz kalıyor. Karnımız aç, orada bir peynir var, en kaliteli peynirin fare kapanında olduğunu biliyoruz ve ya açlıktan veya kapandan ölmeye zorlanıyoruz... Kötü devler ile iyi cüceler peşimizi hiçbir zaman bırakmıyor, hayatımızın özü bu.